23.04.2009

-MUAVİYE L.A. KİMDİR?

Muaviye, Ebu Süfyan'ın oğludur.

Ebu Süfyan, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) azılı düşmanlarından olup küfür ordularının reisiydi.
Mekke fethi sırasında, tepesinde kılıcı gördüğü ve canını kurtarmak için başka çare kalmadığı için kelime-i şehadet getirmiş olduğu halde kimi safdiller onu Müslüman bilmektedir halâ.
Ebu Süfyan İslam'a ve Hz. Resulullah'a (s.a.a) olan nefret ve düşmanlığını mezara kadar sürdürmüş, oğlu Muaviye'yle onun oğlu Yezid'e de bu nefret ve kini aktarmıştır.
Bir gün Hz. Resulullah (s.a.a) bir grup ashabıyla giderken uzaktan Ebu Süfyan'ın bir binek üzerinde geldiğini gördü, Muaviye hayvanın yularını tutmuştu, Yezid de arkadan hayvanı dehlemedeydi. Allah'ın Resulü (s.a.a) elini göğe kaldırıp "Ya Rabbi!" buyurdu, "Her üçünü de rahmetinden uzak tut!"
İslam tarihinde hiçbir Müslümanın unutamayacağı en çirkin isim ve en iğrenç karakterlerden biri olan Hind, Muaviye'nin anasıdır.
Evet, Muaviye'nin babası Ebu Süfyan, anası Hind'dir!..
Hind, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) pek sevdiği amcası Hz. Hamza'yı (r.a) şehid etmek için bir terörist kiralamış ve bu kiralık katilin eliyle o yüce insanı şehid ettikten sonra mübarek na'şının yanına gelip ciğerlerini sökmüş ve bizzat katilin şaşkın bakışları arasında hayvanca bir hırsla şehidin ciğerlerini defalarca ısırmış, parçalamıştı!..
Buna rağmen cesedi bırakmamış, parmaklarını kesip gerdanlık yaparak boynuna asmıştır.
Hind'in ölünceye kadar bir hazine gibi koruduğu - ve İslam'ı kabul etmiş gibi göründükten sonra gizlice saklamaya devam ettiği- ve her fırsatta oğullarıyla torunlarına gösterip onlara kin ve nefret aşıladığı "parmak kemikler gerdanığı" budur...
Bir gün Muaviye'ye "Seni Hz. Resulullah (s.a.a) çağırıyor" dediler.
Onu çağıran adam bir süre sonra yanlız dönerek Hz. Resulullah'a (s.a.a) "Yemek yediğimi ve gelemeyeceğimi söyleyin" dediğini aktardı.
Hazret, peşine adam gönderip tekrar çağırttı.
Muaviye bu kez de aynı cevabı gönderdi ve Hz. Resulullah'la (s.a.a) görüşmektense yemek yemeyi tercih etti.
Üçüncü kez çağrıldığında da aynı mesajı gönderince Hz. Resulullah (s.a.a) pek rahatsız oldu, elini semaya kaldırıp "İnşaallah hiç doymaz..." buyurdu.
Tarih kaynaklarında Muaviye'nin çok fazla yemek yediği ve "yedikçe acıkıyorum", dediği ve bir türlü doymak bilmediği kayıtlıdır. Muaviye'nin sofradan çekildiğinde genellikle şu cümleyi söylediği meşhurdur: "Yemek yemekten yoruldum, ama doymadım!"..
Muaviye, Allah Resulü'nün (s.a.a) bedduasını alan sayılı insanlardan biridir.
Muaviye, birçok "ilk" e de imza atan bir isimdir.
İktidara geçtiğinde ve hilafet adına saltanat kurup tahta oturduğunda ilk işi İslam hükümlerini ayaklar altına alıp "geçmiş atalarının örf ve geleneklerine göre" davranmak oldu!

Şarap içti.

İpek elbise giydi.

Altın ve gümüş yemek servisleri kullandı.

Gınâ -haram çalgıları içeren müzik- meclisleri tertipletti, bu meclislere katıldı.

İslam fıkhına aykırı, yargılamada bulundu; şeriate aykırı hükümler verdi.

Hırsızı cezalandırmadı.

İslam tarihinde "Müslüman" adıyla yağma ve çapulculuğu başlatan ilk isim oldu.

Siyasi çıkarlar elde etmek için komplolar kurdu.

Osman'ın faziletleri ve Hz. Ali'nin (a.s) kınanacak vasıfları olduğuna dair hadisler uydurttu ve bunun için yüklüce paralar harcadı!

Sahabeye sebbettirmek (küfrettirme) bid'atini ilk başlatan da yine o oldu. Hükmü altındaki camilerin imam ve vaizlerine ferman gönderip minberde Hz. Ali'ye (a.s) lanet okutturdu ve nice Müslüman'ın yıllarca bu lanete "amin" diye bağırmasına ve Ali düşmanlığının yayılmasına neden oldu*

Çarşamba günü, Cuma namazı kıldırdı.

İslam düşmanlığı doruğa ulaştı.

İslam halifesine karşı tuğyan etti.

Hz. Ali şiasını bulduğu yerde öldürttü.

Şia olan aşiret ve kabileleri çocukları ve kadınlarıyla birlikte topluca katliam ettirdi.

Baskı, zulüm, işkence, şantaj, sabotaj, terör, yıldırma, dehşet, hakların çiğnenmesi...vb. uygulamalar Muaviye saltanatının en belirgin özelliklerindendi.

Kimsenin Muaviye'yi eleştirmeye veya ona itirazda bulunmaya cür'eti yoktu.

Muaciye'yi eleştirmeye veya onun icraatlarına itiraz etmeye kalkışanlar ya acımasızca terör ediliyor, ya da tutuklanarak işkence altında öldürülüyordu.

Hocr'le adamlarına Muaviye'nin neler yaptığını yazmak bile zordur...

Muaviye hepsini hepsini öldürttü.

Amr bin Hımak'ın boynunu vurdurdu.

Şam, o günlerde bir ülkeydi...

Şam fetholunduğunda oraya önce Ebu Ubeyde vali olarak gönderilmiş, ama çok geçmeden bu vali vebaya yakalanarak ölmüş ve 2. halife Ömer; Muaviye'nin kardeşi olan Yezid bin Ebu Süfyan'ı Şam valiliğine atamıştı

Emeviler ve Ebusüfyanoğullarının İslam tarihinde resmen devlet görevine getirilmesi bu tarihe rastlar...

Emevilere iktidar kapısı 2. halife döneminde açılmıştır.

Yezid öldüğünde her ne hikmetse halife Şam valiliğini tekrar Emevilere bıraktı ve ölen Yezid'in yerine kardeşi Muaviye atandı!

Böylece Şam'ın yönetimi bir hanedana bırakılmış oluyordu!..

Burada, birilerinin diyet borcunun ödenmekte olduğunu sezmek hiç de zor değildir...

İkinci halife, neden Yezid bin Ebu Süfyan'ı Şam valiliğine atamıştı sahi?

Ondan sonra Muaviye'yi ataması neyle açıklanabilir?

Dahası...

İkinci halifenin, kendisinden sonra ancak Osman'ın halife olarak belirlenebileceğinin apaçık belli olduğu "özel olarak terkibi tertiplenmiş bir şûrâyla" Osman'ın halifeliğini garantilemiş olması neyle açıklanabilir sahi?

O merhaleye kadar Haşimoğullarından olan hiçkimseye, hatta bir tek Haşimiye bile önemli makamlardan hiçbirinin verilmemesi ve Hâşîmîlerin iktidardan önemle de uzak tutulması da "basit bir tesadüf" müdür gerçekten?"

Ve... Sorulmaması ötedenberi âdet haline getirilmiş, ve cevabı hep ört-bas edilmeye çalışılmış daha nice sorular...

Yaradan'ın biricik sevgilisi Habib-i Hûdâ Hz. Resul-ü Ekrem'in (s.a.a) sünnet ve emirlerinin bunca çiğnenip onun soyuna onca kinle davranıldığını ve Allah'ın peygamberinin sarih emirlerine rağmen, tam tersi cihette şahsi görüş ve politikaların yürürlüğe konulup dayatılmış olduğunu görüp de "neden?" diye sormamak mümkün müdür sahi?

Bir gün Muaviye minberde hutbe okurken bir Müslüman kılıcını çekip tekbir getirerek minbere doğru atıldı. Muaviye'nin özel koruma muhafızları vardı; bu Müslümanı hemen yakalayıp sorguladılar:

- Bu eyleme neden giriştin? Kimin emriyle yaptın bunu?!

- Peygamberin emriyle! O büyük peygamberin "Muaviye'nin emîr olduğunu görürseniz kalçasını kılıçla parçalayın!" buyurduğuna bizzat şahid oldum ben!

- Onu emirliğe kimin atadığını biliyor musun?

- Hayır.

- Halife Ömer atadı onu!

- Öyleyse Ömer haklıdır, duydum ve itaat ettim!!!

İslam kaynaklarında buörnekler pek çoktur...

Şam emirliği, Muaviye için halifeliğe tırmanmaya yetecek kadar güçlü bir merdivendi.

Muaviye'nin Şam emiri olmasına yardım edildi...

Ve böylece Hz. Peygamber-i Ekren'in (s.a.a) minberine kadar tırmanması sağlandı...

Hz. Resulullah'ın (s.a.a) minberinde hutbe okumakla meşgul olduğu bir gündü... Abdullah bin Mesud cemaatin arasında ayağa kalkıp "Hz. Resulullah (s.a.a)" dedi, "muaviye'yi benim minberimde görürseniz hemen öldürün!"...

İktidar, Muaviye'nin biricik aşkıydı, onun için devlet vesile değil, bizzat gayeydi!..
Kufe şehrini ele geçirdiği gün minbere çıkıp Kufe halkına hitaben şöyle diyordu: "Yemin ederim ki ben namaz için savaşmadım sizinle; oruç, zekat veya hacc ibadeti rahatça uygulansın diye de savaşmadım!.. Siz bütün bu ibadetleri yerine getiriyordunuz zaten. Ben, sadece sizin başınıza geçebilmek için savaştım sizinle!"
Minberlerde, vaaz ve hutbelerde Hz. Ali'ye (a.s) lanet ve bedduada bulunulması bid'atini koyan kimse de Muaviye oldu.
Hz. Ali'ye (a.s) sebbettirirken, aslında kimi sebbediyor, kime karşı nefretini kusuyordu Muaviye?..
O tarihten itibaren sahabeye sebbetmek Müslümanlar arasında gayet normal karşılanır olmuştur.
Bu iğrenç bid'atin de temelini atma şerefi (!) yine Muaviye'ye aittir!
Bir gün Muğiyre bin Şu'be Muaviye'ye "Yeter artık!"dedi, "Resulullah'ın soyu olan Haşimoğullarına yaptıkların yeter! Artık onlar, kendilerinden korkmana neden olacak kadar güç ve nüfuz sahibi değil ki!"
Muaviye nefret dolu bakışlarını uzaklara dikerek "Neler söylüyorsun sen?!" diye çıkıştı Muğiyre'ye "Haşimoğullarından olan o adam (Hz. Resulullah (s.a.a) için Muaviye'nin kullandığı tabir daha ağır, ancak bu kadarını yazabiliyorum ben -Mütercim) öyle bir şey yapmış ki hergün beş kez onun adı Allah'ın adıyla birlikte bütün Müslümanlarca anılmada!.. Muğıyre! Bu ismi mezara gömmekten başka çare yok, anlıyor musun?!"
Olanca zekâ, kin ve nefretine rağmen Muaviye o yüce ismi mezara gömemedi; bilakis, Hz. Resulullah (s.a.a) ve onun ailesine beslediği o kinle birlikte kendisi gömüldü mezara. O Hazret'in ismi ise her geçen gün daha bir parlayarak güneş misali insanlık ufuklarını aydınlatıyor halâ...
"Allah, nurunu tamamlayacaktır; kafirler istemese de..."
Muaviye, İslam devleti adına küfürle uzlaşan bir küfür devletine * resmen eğilerek ona haraç veren ilk Müslüman yöneticidir...
Bu korkunç zillet ve bu büyük bid'atin ise bir tek nedeni vardı: İslamla savaşabilmek!.. Ali'yle (a.s) savaşırken, Romalıların kendisine saldıramayacağından emin olmak!..
Muaviye, Yezid'i kendi veliahdi olarak ilan etmek istiyor, ama İmam Hasan (a.s) hayatta olduğu sürece Müslüman halkın önemli bir çoğunluğunun böyle bir zilleti kabule yanaşmayacağını biliyordu.
İmam'ın eşi Cude binti Eş'as'a yüz bin dinar göndererek "İmam Hasan'ı zehirleyebilirse, onu oğlu Yezid'e nikahlayacağını ve Yezid'den doğacak çocuğunu tahta oturtacağı"nı vaadetti.

Eş'as'ın kızı, Muaviye'nin gönderdiği özel hazırlanmış zehiri İmam Hasan'ın (a.s) su içtiği testiye dökerek Peygamber çiçeğini şehid etti.

Yezid'in veliahdlığı ancak Hz. İmam Hasan'ın (a.s) şehadetiyle; tahta oturup dilediğince hüküm sürmesi de ancak Hz. İmam Hüseyin'in (a.s) şehadetiyle mümkün olmuştur.
Tarihte, Yezid'in iktidarından daha siyah ve aşağılık bir iktidar görülmemiştir.
Muaviye iyice hastalanmış, öleceğini anladığı günlerden birinde şu şiiri söylemişti:
"İktidarı ele geçirmeseydim keşke
Keşke zevkle tepinmeseydim keyif otlaklarında.
Keşke mezara giderken insanların saygı gösterdiği
Bir hırka bir hurma'lık bir derviş gibi olsaydım ben de!"
Evet, ölüm meleği göğsüne konduğunda "keşke şöyle yapsaydım, keşke şöyle yapmasaydım" diyen pek çok insan vardır.
Ölüm anında mutluluk duyan insanlarsa pek azdır.
Muaviye o "pek çok"lardan, Hz. Ali (a.s) ise "pek az"larındandır tarihin...
Muaviye'nin hastalığı giderek ağırlaşıyor, ölüme adım adım yürüdüğünü görüyordu artık. Son günlerinde Muaviye'nin şuurunu yitirdiği kayıtlıdır. Aklını yitirdiğine delalet eden saçma sorular sormaya, anlamsız şeyle söylemeye başlamıştı. Onun bu hali kızını pek üzüyordu, ağlamakta, figanlar etmekteydi.
Muaviye öldüğünde Yezid Şam'da değildi.
Muaviye'nin ölüm haberini Zehhak bin Kays duyuracak ve onun cenaze namazını da yine zehhak kıldıracaktı!
Mekke fethedildiği sırada Muaviye Yemen'deydi. Babası Ebu Süfyan'ın korkudan Müslüman olduğunu duyunca Yemen'den yazdığı bir mektupta şiir ve nesir diliyle onu kınıyor ve Müslüman olduğu için babasını alaya alıyordu. Kendisi o lahzaya kadar müşrik ve kafir olarak kalmıştı.
Muaviye Mekke'ye döndüğünde Mekke Müslümanların elindeydi artık! Müşrik olan Muaviye, sığınacak kimse bulamayınca Medine'ye gidip Hz. Peygamber'in (s.a.a) amcası Abbas'ın ayaklarına kapandı ve sözle İslam'ı kabul ettiğini söyledi.
Abbas, onun için Hz. Peygamber'e (s.a.a) aracılıkta bulunup şefaatini istedi, bu istek kabul edildi ve Muaviye öldürülmekten kurtulmuş oldu.
Muaviye'nin ne zaman, hangi şartlarda ve nasıl Müslüman olduğu başlıbaşına ilginç ve ibret verici bir tarih kesitidir.
Muaviye beklemiş ve Hz. Resulullah'ın (s.a.a) hastalanması ve vefat edeceğinin tahmin edilmesi üzerine Müslüman olduğunu ilan etmiştir.
Yani Hz. Resulullah'ın (s.a.a) rıhletinden birkaç ay önce Müslüman olmuştur Muaviye! Bu nedenle de o Hazret'in yanında bulunmamıştır pek...
Kimilerinin zannettiği gibi Muaviye senelerce Hz. Resulullah'ın (s.a.a) hizmetinde bulunmuş değildir asla!
Bu doğrultuda uydurulan hadislerin çoğu da, bizzat Muaviye'nin saltanatı zamanında ve onun altın keseleri sayesinde uydurulmuş olup Muaviye tarafından tezgahlanan propagandaların bir parçasıdır sadece.

Bir Alman bilim adamının Şeyh Muhammed Abduh'a "Muaviye, İslam'a fûtuhat kapılarını kapadı" dediği bilinmektedir.
Bu yerinde, ama başka nedenlere dayalı bir tespittir aslında.
Muaviye, İslam tarihinde dâhili savaşları başlatan ve bu çirkin bida'ti koyan insandır. Muaviye, kafirlere karşı çekilen kılıcı Müslümanlara karşı kullandırtmasaydı, dahili savaşlar değil, fütuhat sürecekti elbette!
Bunun yegane sebebi ise Muaviye'nin Müslümanlara "emir" olması bedbahtlığıdır!
İslam peygamberinin (s.a.a) hak vasisi de onunla uğraşmak zorunda kalmaz, iktidarının bütün zaman ve imkanlarını Muaviye'nin oyunlarını bozup onun saldırgan ordularının tecavüzlerine karşı koymaya harcamak mecburiyetinde olmazdı.
Dost görünümlü düşmanla savaşmak düşman görünümlü düşmanla savaşmaktan elbette ki daha zordur.
Evet, İslam ve insanlık tarihinin en yalın hakikatlerinden biridir bu:
Şam valisi Muaviye olmasaydı...
Daha yerinde bir deyişle Muaviye Şam valisi olmasaydı Müslümanlar yıllarca dahili savaşlara girip birbirini kırmakla meşgul olmayacak, bunun yerine İslamı bütün dünyaya yayacaklardı. O günlerde zaten hızla ilerleyip yayılmakta olan İslam bütün insanlığı kurtaracak, küfrün bedbahtlığına gömülen bir tek insan kalmayacaktı bugün!

Zulüm ve haksızlığın kökü kazınmış, adalet güneşi bütün insanlığın iliklerini ısıtmış olacaktı bugün...
Şam valisi olmasa, müminlerin emiri Hz. Ali (a.s) şehid edilmeyecekti.
Şam valisi olmasa Hz. Hasan (a.s) şehid düşmeyecekti.
Şam valisi olmasa Hz. Hüseyin (a.s) şehid olmayacaktı...
Hatta hiçbir mazlum, bir zalim tarafından öldürülemeyecekti artık.
Çünkü adalet egemen olduğu bir dünyada zalimin zulmedecek gücü kalır mı?
Mahrumiyet ve yoksulluk ortadan kalkar, yoksul kimse bulunmazdı o zaman...
Yeşil saraylarda yutulan ve sahabe olarak geçinenlerin -öldükleri zaman- zulalarından çıkarılan ve ancak baltayla kırılıp parçalanabilen külçe altınlar, İslam ümmetinin yoksullarına harcansa ve o muazzam servetler Ali'nin (a.s) adaletiyle kullanılmış olsaydı Müslümanlar içinde bir tek fakir insan kalır mıydı sahi?
Parası olmadığı için evlenemeyen genç kalır mıydı?
Muaviye Şam valisi olmasa kimsenin burnu dahi kanamaz, Yezid halife olmaz, İbni Ziyad, Şimr, Sa'doğlu Ömer...vb'leri olmaz bu kaatiller ve hainler bunca katliam ve cinayet işleyemezdi.
Muaviye'nin İslama soktuğu bid'atlerden biri de cebriye ve kadercilik ekolünü Müslümanlar arasında yaymasıdır. İşlediği zulümleri "kader" telakki ettirebilmek ve Müslümanları her vak'a karşısında salt teslimiyete yöneltmek için yapmıştı bunu. Böylece kimse onun icraatlarına karşı çıkmayacak ve iktidarı güvencede olacaktı!
Muaviye'nin üç günlük iktidar için İslama soktuğu bu bid'at, İslam ümmetine çok pahalıya mal olmuş, bugün bile çoğu Müslümanlar bu belaya müptelâ olmaktan kurtulamamıştır!
Yezid'in Kufe valisi İbni Ziyad'la Hz. İmam Hüseyin'in (a.s) biricik yâdigarı İmam Seccad Zeyn'ul Âbidin hazretleri (a.s) arasında geçen konuşma ve bu konuşma sırasında İbni Ziyad'ın söyledikleri,söz konusu bid'at konusunda yeterince bilgi vermektedir zaten...

MUAVİYE VE YEZİD’İN LANETLENDİĞİNE DELALET EDEN AYET VE RİVAYETLER
ALLAH-u Teala İsra suresi 60. ayette şöyle buyuruyor:

1- “Sana gösterdiğimiz o rüyayı ve Kur’ân’da lanetlenen ağacı, ancak insanları sınamak için meydana getirdik. Biz de onları korkuturuz da, bu onlara, büyük bir azgınlıktan başka bir şey sağlamaz.”

İmam Sa’lebi, imam Fahr-u Razi ve diğer müfessirlerinizin rivayet ettiğine göre Peygamber (s.a.a) rüya aleminde Beni Ümeyye’nin maymunlar şeklinde kendi minberine çıkıp indiğini gördü, Cebrail bunun üzerine mezkur ayeti nazil etti. (Bu ağaçtan kasıt Beni Ümeyye soyudur.)

ALLAH-u Teala, başı Ebu Süfyan ile Muaviye olan Beni Ümeyye’yi lanetlenmiş bir ağaç olarak zikretmiştir; dolayısıyla bu ağacın bir dalı olan Muaviye de mel’undur.

2- MUHAMMED Suresi 22 ve 23. ayetlerde şöyle buyurmaktadır:

“(Ey münafıklar!) Artık iş başına gelir de yeryüzünde bozgunculuk eder ve yakınlarınızı kestirip doğratır mısınız? İşte bunlar, ALLAH’ın kendilerini lanetlediği, sağır kıldığı ve gözlerini kör etmiş olduğu kimselerdir.”

Bu ayet açıkça yeryüzünde fesat çıkaranları ve yakınları kestirip doğrayanları lanetlemektedir. Muaviye’den daha büyük bozgunculuk eden ve yakınları kestirip doğratan kim vardır? Onun hilafeti zamanında çıkardığı fitneler herkesçe bilinmektedir. Ayrıca lanetli olduğunun diğer bir delili de yakınları kestirip doğratmasıdır.

3- Ahzap suresi 57. ayette de şöyle buyuruyor:

“ALLAH ve Resulünü incitenlere ALLAH, dünyada ve ahirette lanet etmiş ve onlar için horlayıcı bir azap hazırlamıştır.”

Şüphesiz Hz. Ali’ye ve Peygamber (s.a.a)’in iki reyhanı Hasan ve Hüseyin’e ve has sahabesi Ammar ve diğerlerine eziyet etmek de Peygamber’e eziyettir. Dolayısıyla bu ayete göre de o mukaddes insanlara eziyet eden Muaviye, dünya ve ahirette lanetlenmiştir.

4- Mümin suresi 52. ayette de şöyle buyurmaktadır:

“O gün zalimlere özür dilemeleri hiçbir fayda sağlamaz. Artık lanet de onlarındır, kötü yurt da onlarındır!”

5- Hud Suresi 18. ayette ise şöyle buyurmaktadır:

“Bilin ki ALLAH’ın laneti zalimlerin üzerinedir!”

6- Araf suresi 44. ayette ise şöyle buyurmaktadır:

“...Ve aralarında bir çağrıcı ALLAH’ın laneti zalimlerin üzerine olsun diye bağırır.”

Zalimler hakkında inen bu ve benzeri ayetler açıkça her zalimin mel’un olduğunu buyurmaktadır. Dost ve yabancı hiç kimse, Muaviye’nin apaçık zulümlerini inkar edemez. Zalim olduğu için de ALLAH’ın lanetine uğramıştır, dolayısıyla ALLAH’ın lanet etmiş olduğu kimseye biz de lanet edebiliriz.

7- Nisa Suresi 93. ayette ise şöyle buyurmaktadır:

“Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde ebediyen kalacağı cehennemdir. ALLAH ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.”

Bu ayet, bir mümini bilerek öldürenin ALLAH’ın lanetine uğradığını ve onun yerinin cehennem olduğunu bildirmektedir. Lütfen insafla söyleyiniz, Muaviye müminleri katletmekte ortak olmamış mı? Hucr bin Adiy ve yedi arkadaşını, onun emriyle katletmediler mi? Abdurrahman bin Hassan el-Ğanzi’yi diri diri mezara gömdürmedi mi?

Nitekim İbn-i Asakir ve Yakub bin Sufyan kendi Tarih’inde ve Beyhaki Delail’de İbn-i Abdurrahman İstiab’da ve İbn-i Esir Kamil’de rivayet etmiş olduğu üzere sahabenin büyüklerinden olan Hucr’u, Muaviye’nin emriyle işkence ederek öldürdüler. Hucr’un tek suçu ise Hz. Ali (a.s)’a lanet etmemek ve ondan olmadığını söylememekti.

Acaba Peygamber (s.a.a)’in büyük torunu ve Ashab-ı Kisa’nın beşincisi olan Hz. Hasan (a.s), müminlerin büyüklerinden ve cennet ehli gençlerin iki efendisinden biri değil miydi? Mes’udi, İbn-i Abdulbirr, Ebu’l- Ferec İsfahani, MUHAMMED bin Sa’d (Tabakat’ta), Sibt bin Cevzi (Tezkire’de) ve diğer birçok büyük alimlerin kendi kitaplarında yazmış olduklarına göre Muaviye, Cude için bir zehir gönderdi ve ona, “Hasan bin Ali’yi öldürecek olursan sana yüz bin dirhem verir ve seni oğlum Yezid’le evlendiririm.” diye vaatte bulundu. Hz. Hasan’ın şahadetinden sonra Muaviye ona yüz bin dirhem verdi, ama oğluyla evlendirmedi.

Hz. Hasan’ın şahadeti, bir müminin katlinden de öte Peygamber (s.a.a)’i üzen bir olaydır. Mezkur iki ayetin açık hükmüne rağmen henüz Muaviye’ye lanet etmekte tereddüt mü ediyorsunuz? Büyük sahabeden olan Ammar da Sıffin’de Muaviye’nin emriyle öldürülmedi mi? ehlisünnettin Büyük alimlerin de ittifak etmiş olduğu üzere Peygamber (s.a.a) Ammar hakkında şöyle buyurmamış mıydı?:

“Ey Ammar, seni baği ve tuğyan ehli bir grup öldürecektir.”

Büyük müminlerden binlerce insanın Muaviye tarafından katledildiğinden şüpheniz mi var? Dinin keskin kılıcı ve temiz yürekli bir mümin olan Malik Eşter de Muaviye’nin emriyle zehirlenmedi mi? Muaviye’nin Mısır’daki iki adamı Amr bin As ve Muaviye bin Hudeyc, Hz. Ali (a.s)’ın Mısır valisi MUHAMMED bin Ebi Bekir’i işkenceyle öldürüp ölmüş eşeğin karnında ateşe vermediler mi? Eğer Muaviye’nin öldürdüğü müminlerin listesini verecek olsam, bir gece değil, kim bilir kaç gece sürer.

Bu satırları şiaya mensup olupda lanet konusunda taviz verenlere, maslahat kelimelerinin arkasına sığınanlara ve mektep için bu tür şeyler lekedir diye düşünenlere ithaf ediyorum.

Bazıları ehlibeyt aleyhimusselamın düşmanlarına lanet etmenin caiz olmadığını, buna kuran ve sünnette delil bulunmadığını ve konu hakkında ehlibeyt imamlarından hadis nakledilmediğini zannetmektedirler. Onun için bu küçük makaleyi ehlibeyt aleyhimus selamın düşmanlarının kafirliğini ve lanetlerinin vacip ve hatta ibadet olduğunu kaleme alma gerekliliğini gördüm ve bu satırları kaleme aldım.

Birinci konu; lanet kelimesinin manası hakkındadır.

Arap lügatında lanet kovmak, uzaklaştırmak, beddua etmek manalarına gelir. Zamehşeri "el-esas1" isimli kitabında şöyle diyor; allah iblise lanet etti. Yani iblisi cennetinden kovdu ve meleklerin yanından uzaklaştırdı.

İnsan dua makamında birisine, allah ona lanet etsin derse manası şu olur; yani allah onu kovsun ve rahmetinden uzaklaştırsın. Buradaki kovmak ve uzaklaştırmaktan maksat azap ve ikabın nazil olması demektir.

İkinci konu; acaba lanete müstehak olan ve laneti hak eden birisine lanet etmek ibadetmidir?

Evet lanete müstahak olan birisine lanet etmek ibadettir. Namaz ibadetinin nasıl sevabı varsa lanete müstahak olana da lanet etmenin sevabı vardır. Zira allah kuranı kerimde bazı ayetlerde lanet etmiş ve bazı ayetlerde de lanet edilmesi için emir buyurmuştur.

Örneğin; "allahın laneti kafirleredir" (bakara-89)

"ayetlerimizi inkar etmiş ve kafir olarak ölenlere gelince işte, allahın, meleklerin ve tüm insanların laneti onların üzerinedir" (bakara-161)

"indirdiğimiz açık delilleri ve hidayeti gizleyenler varya işte onlara hem allah lanet eder hemde bütün lanet ediciler lanet eder" (bakara-159)

"bunlar allahın lanetlediği kimselerdir.allahın rahmetinden uzaklaştırdığı (lanetli) kimseye gerçek bir yardımcı bulamazsın" (nisa-52)

"onları cumartesi adamları gibi lanetlemeden önce , size gelenleri doğrulamak üzere indirdiğimize iman edin. Allahın emri mutlaka yerine gelecektir" (nisa-47)

"biliniz ki allahın laneti zalimlerin üzerinedir" (hud-18)

"allah ve resulünü incitenlere allah dünyada ve ahirette lanet etmiş ve onlar için horlayıcı bir azap hazırlamıştır" (ahzab-57)

kuranı kerimde konu hakkındaki ayetler yazdıklarımızdan çok daha fazladır. Yukarıdaki ayetlerde geçen "melekler ve tüm insanlar lanet eder" veya "allah ve lanet ediciler lanet eder" cümleleri, allahın meleklere ve lanet edicilere lanete müstahak olanlara lanet emri verdiğini gösterir.

Kuranı kerimde lanet kelimesinin bir çok yerde defalarca geçmesi, lanetin allah katında en beğenilen ibadetlerden birisi olduğunun kanıtıdır. Dolayısıyla laneti nehyeden insanlar ibadetten nehyetmiş olurlar. Elbette her ibadetin yeri ve zamanı olduğu gibi lanet ibadetininde kendisine özgü yeri ve zamanları vardır.

Allah mübahale ayetinde necranlılara karşı, resulüne onları lanete davet etmesini şöyle buyurmuştur; "...sonra da dua edelim de allahtan yalancılar üzerine lanet dileyelim" (al-i imran-61) sonunda necranlılar lanetleşmeyi kabul etmediler ve sülh yolunu tercih ettiler.

Hazreti resulü ekrem sallallahu aleyhi ve alihi vesellem şöyle buyurmuştur; "allahın laneti yalancıların üzerine olsun"

ebu sufyan resulullah (s.a.a) e karşı şiir okuduğunda o hazret şöyle buyurmuştur; allahım ben şiiri sevmem ve şiir bana yakışmaz. Allahım onun şiirinin her bir harfi karşılığında ona bin defa lanet et."

hazretşi ali aleyhis selam farz namazlarının kunutunda bir gruba lanet ediyordu. Onlar, muaviye, amr b. As, ebu musa eş'ari ve ebul avar idi.

Hazreti ali çok helim ve affedici bir insan olmasına rağmen bazılarına lanet etmiştir.buda lanetin ibadet olduğunu gösterir.

Ehli sünnet tarihçilerinden bazıları, aişenin osmana ve osmanında aişeye lenet ettiğini yazmışlardır.

Şia eserlerinde hazreti ali aleyhis selamın bazen nafile namazlarında kureyşin iki putu...na lanet ettiği nakledilmiştir.

Şeyh tusi "tahzib-ul ahkam"da imam cafer sadık aleyhis selamın namazdan sonra dört erkeğwe lanet ettiğini nakletmiştir.

Hazreti hasan aleyhis selam muaviye ile aralarında geçen olaylarda, muaviye ve yandaşlarına lanetler etmiştir.

Şianın el- kafi gibi hadis kaynaklarına ve imamlardan nakledilen dualara ,ziyarenamelere bakacak olursak, lanetin dinin içinde olduğu ve ilahi şiarlardan olduğu anlaşılır.

Üçüncü konu; lanete müstahak olana lanet etmek vacipmidir yoksa caizmidir?

Allah kendi velileri ve evliyalarını sevmeyi ve onlara muhabbet beslemeyi inananlara vacip etmiş ve düşmanlarından da beraat etmeyi vacip etmiştir. Zira allah şöyle buyuruyor; allaha ve ahiret gününe inanan bir toplumun-babaları, oğulları, kardeşleriyahut akrabaları da olsa- allaha ve resulüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin. (mücadele-22)

es-sihah,ayeti kerimede geçen"haddellah" (allaha düşmanlık) kelimesini şöyle manalandırmıştır; allaha düşmanlık, yani allahın sana vacip ettiği şeyleri men etmek ve onlara muhalifet etmektir.

Yine allah şöyle buyuruyor;"cehennem ehli oldukları onlara belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar(aallaha) ortak koşanlar için af dilemek ne peygambere yaraşır nede inananlara. İbrahimin babası için af dilemesi , sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Yoksa onun allahın düşmanı kendisine belli olunca ondan uzaklaştı." (tevbe,113-114)

bu ayetler allahın düşmanına karşı düşman olmanın ve onlardan beraat etmenin vacip olduğunu göstermektedir. Hatta bunun imanın bir parçası olduğuna biledelalet eder. Dolayısıyla buna muhalifet edenin mümin olması mümkün değildir.zira düşmanı sevmek velinin vilayetinden çıkmak olacaktır. Nasıl allahı ve dostlarını sevmeyi terketmek haram ise aynı şekilde allahın düşmanlarının ve allahın düşmanlarının dostlarının sevgisine girmek de haramdır.

Şia ve ehli sünnet resulü ekrem (s.a.a) den şöyle naklederler; kendi zamanının imamını tanımadan ölen cahiliye ölümü ilşe ölmüştür.

Bu hadis imametin usulu dinden oılduğunu vurgulayan en açık delillerden bir tanesidir. Bu hadisin içine şamil olmayanlar yani imamını tanımayanlar, allah ve resulünün düşmanlık dairesdine girmiş olurlar.

Konu hakkında özellikle dikkatleri şu ayete çekmek istiyorum;" allah ve resulünü incitenlere allah dünyada ve ahirette lanet etmiş ve onlar için horlayıcı bir azap hazırlamıştır."(ahzab-57)

tarihe baktığımızda özellikle kureyşin iki putu ve yandaşları hazreti fatıma aleyha selamı incitmişlrer ve ona eziyetler etmişlerdir. Hazreti fatıma aleyha selamı da inciten ve eziyet eden her kim olursa olsun mel'undur.

Tarihe baktığımızda allah peygamberinden sonra fedek hurmalığı konusunda hazreti fatıma aleyha selama eziyetler ettiler. Birinci olan, biz peygamberler miras bırakmayız bizden geriye kalanlar sadakadır şeklinde bir hadis uydurarak fedeği gaspettiler. Oysa allah peygamberi şöyle buyurmuştu; ben sizlere iki ağır emanet bırakıyorumbu ikisine sarıldığınız müddetçe asla yoldan çıkmazsınız. O iki emanet allahın kitabı ve itretim- ehlibeytimdir.allah resulünün bırakmış olduğu iki emanetin her ikiside fedek konusunda falancanın sözlerine ve fiillerine muhaliftir. İlk ikinin fedek olayında fatıma aleyha selam ile ali aleyhis selamın sözünü reddetmeleri, ali, hasan ve hüseyn aleyhimus selamın şahitliğini kabul etmemeleri o ikisinin küfrüne açık bir delildir. Zira o ikisi allah ve resulünün, fatıma,ali,hasan ve hüseyn aleyhimus selamın doğruluk,sadakat,pak ve masum oldukları hususundaki şahitliklerini inkar ve reddetmişlerdir. Allah ahzab süresi 33. Ayette ve resulü ekrem sallallahu aleyhi ve alihi vesellem de bir çok hadisinda fatıma,ali,hasan ve hüseyn aleyhimus selamın pak ve masumluğuna şahitlik etmişlerdir. Onlar ve yandaşlarıda bu şahitliği kabul etmemiş ve reddetmişlerdir.

Üçüncü figürana gelince: hamidi şu ayetin "sizin allahın resulünü üzmeniz ve kendisinden sonra onun hanımlarını nikahlamanız asla caiz olamaz"(ahzab-53) tefsirinde şöyle naklediyor; ebu seleme ve hüseyn b. Hezafe öldüklerinde resulü ekrem (s.a.a) o ikisinin hanımı ile evlendi.o iki hanım ümmü seleme ile hafsa idi. Bunu üzerine talha ve üçüncü fiğüran şöyle dediler: biz öldüğümüzde muhammed bizim kadınlarımızla evleniyor ama o öldüğünde biz neden onun hanımları ile evlenmeyelim! Vallahi o öldüğünde bizde onun hanımları ile evlenmek isteyeceğiz. Talha aişeyi üçüncüsü ise ümmü selemeyi düşünüyordu. Bunu üzerine şu ayet nazil oldu ve onları bundan nehyetti; "sizin allahın resulünü üzmaniz ve kendisinden sonra onun hanımlarını nikahlamanız asla caiz olamaz...bir şeyi açığa vursanızda ,gizlesenizde şüphe yokki allah her şeyi bilir.allah ve resulünü incitenlere allah dünyada ve ahirette lanet etmiş ve onlar için horlayıcı bir azap hazırlamıştır."(ahzab,53,54 ve 57) bu ayet kimlerin lanete şamil olduklarını açıkça göstermektedir.

Diğer bir konu ise şu ayeti kerimelerdir;"biz kitapta açıkça belirttikten sonra indiğrdiğimiz açık delilleri ve hidayeti gizleyenler varya, işte onlara hem allah lanat eder hemde bütün lanet ediciler lanet eder."(bakara,159)



Ey ehlibeyt allah sizden her türlü pisliği şek ve şüpheyi gidermek ve sizi tertemiz kılmayı irade eder."(ahzab,33)

birinci ayet dini kavramlarda ve dini ilimlerde açıklama yapmanın vacip olduğunu ve ihtiyaç halinde bu ilimleri gizlemenin ,saklamanın büyük bir günah olduğunu vurgulamış ve hatta ilimler ve gerçekleri ihtiyaç halinde saklayan faile allahın ve lanet edicilerin lanet ettiğini vurgulamıştır. Bu umumi bir kavramdır. Zira bu ayetin resulü ekrem (s.a.a) in risaletini inkar eden yahudiler ve nasraniler hakkındas nazil olması ayeti umumluktan çıkarmaz.

İkinci ayet hakkında bütün tarihçiler ve hadisçiler tathir ayetinin hazreti ali, fatıma,hasan ve hüseyn aleyhimus selam hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir.

Bu iki ayete ve tarihi gerçeklere baktığımızda kureyşin iki putu ve üçüncü figüran ve bunlara biat edenler,tabi olanlar allahın kitabında açık ve net olanı ve tathir ayetinin kimler hakkında nazil olduğunuı gizlediler. Zira o gerçekleri açıklayacakları taktirde, o gerçekler ehlibeyt aleyhimus selamın masumluklarına delil olacaktı. Böyle de olunca hazreti fatıma aleyha selam kamoyunda davasında haklı çıkacaktı. Ali aleyuhis selamın hilafet hakkındaki mücadeleside başarı ile sonuçlanacaktı. Bunları bildiklerinden dolayı kuranda ehlibeyt aleyhimus selam hakkında olan açık ve net olan gerçekleri gizlediler.

Diğer bir konu ise allahın hükümleri ile hükmetmeme,ilahi ve nebevi kavramları değiştirme meselesidir. Konu hakkında allah u teala şöyle buyuruyor;"kim allahın gönderdiği ile hükmetmez ise işte onlar zalimlerdir."(maide,45)

"kim allahın gönderdiği ile hükmetmez ise işte onlar fasıklardır."(maide,47)

"kim allahın gönderdiği ile hükmetmez ise işte onlar kafirlerin ta kendisidir."maide,43)

kureyşin özellikle iki putunun hilafet iddiasında bulunmaları allahın nazil ettiklerine aykırıdır.fedek konusundaki tutumları kurana aykırıydı.

Necm süresinin ilk ayetlerinin şehadetine göre resulü ekrem /s.a.a) in söylediklerinin tamamı ilahi vahiydir.bunun için resulü ekrem (s.a.a) e muhalifet kurana ve allaha muhalifet etmektir. Kureyşin iki putu usamenin ordusunun hareketi meselesinde resulü ekrem (s.a.a) e muhalifet etmişlerdir. Resulü ekrem ömrünün sonlarında vasiyet yazmak isterken buna ikincisi karşı çıkmıştır. Resulü ekremden çok sonraları ikinci put temettü haccı ile muta nikahınıda nehyetmiş ve ben bunları haram ediyorum demiştir. Teravih namazınıda yine o değiştirmiştir. Bunların kuran ve resulü ekrem (s.a.a) e karşı olan muhalifetlerini yazmaya kalkarsak ciltler dolusu kitapşar meydana gelir. Yazılanlar harmandan sadece bir saman çöpüdür.

Allah şöyle buyuruyor;" birbirinizin kanını dökmeyiniz. Birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayınız diyerek sizden söz almıştık."(bakar,84)

üçüncünün ebuzeri rebezeye sürgüne göndermesi bilinen bir vakiadır. Yine onun kıraat meselesinde ibni mesudu dövmesi ve ammar yasiri yaralaması çok meşhurdur. Üçüncünün bu ve benzeri fiilleri yukarıdaki ayete açıkça muhaliftir.

Resulü ekrem usamenin ordusu konusunda şöyle buyurmuştur: allah usamenin ordusuna muhalifet edene lanet etsin. Kimlerin muhalifet ettiğide tarihte gayet açıktır.

Yine bunların kadiri humdaki vakiaları ve resulü ekrem (s.a.a) tarafından konuşulanları görmeleri ve duymalarına rağmen muhalifet ettikleri çok açıktır.

Şeyh tusi "tahzib-ul ahkam" da şöyle nakleder; imam cafer sadık aleyhis selam her farz namazdan sonra erkeklerden dört kişiye ve kadınlardan da dört kişiye lanet ederdi.

Muhammed b. Şehri aşub "mesalib" de şöyle nakleder; imam cafer sadık aleyhis selama kureyşin iki putu hakkında sorulduğunda şöyle buyurdular; o ikisi imamdı. Kasitindi. Denk tutanlardı. Hak üstündeydi ve onun üzerine öldüler. Allahın rahmeti kıyamette onların üzerine olacak. Meclis sakinleştikten ve halvet olduktan sonra imamın bazı dostları imama, bunların manası nedir diye sordular. İmam , evet diye buyurdu ve şöyle de4vam etti. Benim onların ikiside imamdı sözümdeki maksadım şu ayette geçen imamlardı "onları ateşe çağıran imamlar kıldık."(kasas,41)

onların ikiside kasitindi (hak yoldan sapanlar) sözümden maksat şu ayetteki kasitindi "kasitine gelince onlar cehenneme odun olurlar."(cin,14)

onlar denk tutanlardı sözümden maksat şu ayette geçen manaydı "kafir olanlar (putları) kendilerini yaratan, besleyip, büyüten rableri ile denk tutuyorlar." (enam,1)

onlar hak üstündeydi sözümdeki maksadım, hak alidir ve onlarda kendilerini haktan üstün gördüler ve hakkın aleyhine idiler.

Onlar hakkın üzerine öldüler sözümdeki maksadım, hak olan ali (a.s) karşı çıktıkları halde tevbe etmeden haktan önce zulümleri ile birlikte öldüler.

Allahın rahmeti onlara (aleyhine) olacak sözümdeki maksadım şu ayeti kerimeydi "resulüm biz seni alemlere ancak rahmet olarak gönderdik."(enbiya,107) ayetteki rahmet resulü ekrem /s.a.a) dir. Resulü ekrem (s.a.a) kıyamet günü o ikisinin aleyhine olacaktır.

Şeyh tusi tahzib de şöyle nakleder; neciyye adında birisi imam muhammed bakır aleyhis selama şöyle sordu; sana feda olayım, falan ve filan hakkında ne düşünüyorsunuz? İmam şöyle buyurdu; ey neciyye allahın kitabında bizim için humus, enfal ve malların seçilmişi vardır.vallahi o ikisi bizim için allahın kitabında olana ilk zulmedenlerdir. İnsanları bize karşı mücadeleye sevkeden ilk insanlardır. Bizim kanlarımız kıyamete kadat6 o ikisinin üzerinde olacaktır.

Ey hakikat yolunun aşığı dua kitaplarında ehlibeyt aleyhimus selamda nakledilen dualar ve ziyaretnameler vardır. Bunların en meşhur olanlarından bazıları şunlardır: ziyareti camia, ziyareti eminullah, ziyareti aşura...... Ziyaretnamelerin tamamında bir dünya kadar muhteva, mana ve unvan vardır. Özetle o unvanlardan bir kaçı şunlardan ibarettir:

1- inanç meseleleri, tevhid, nübüvvet, allahın sıfatları....

2- imamları tanıma onların faziletleri ve sıfatları...

3- din evliyalarının yaşam biçimi, yaşam tarihi, ve mazlumiyetleri...

4- vilayet ile bağ kurma ....

5- zalim hakimleri ifşa etme hak ve adalet taraftarlarına yapılan zulümleri açıklama.

6- tevella,teberra, şefaat, tevessül, dua...

7- güzel ve yüce olan olguları ve kavramları açıklama...

Genel bir bakışta şu denilebilirki; ehlibeyt aleyhimus selam bu ziyaretnameler ile islam dinindeki inançları ve gerçekleri ve olması gerekenleri beyan buyurmuşlardır. Bundan dolayı ziyaret şianın talim ve terbiye mektebi olmuştur. Elbette ziyaretnamelerde toplumsal ve siyasi meselelerde ele alınmıştır.

Ben ziyaretnamelerin konuları arasında sadece konu olan tevella ve teberrave genel olarak lanet meselesini ele alacağım.

Tevella ve teberra islam dininin esaslı dallarından ve dindar olmanın nişanelerindendir. Elbette tevala ve teberra sadece şekilcilikte, sözde, kalbde kalmamalı aksine amele dökülmeli , toplumsal ve siyasi meselelerde yaşam biçimiş haline gelmelidir.

Ziyaretnamelerde selam ve lanete sıkça rastlanmaktadır. Selamda peygambere, imama ve ziyeret olunan şahsiyete selam verilir. Selam islamın şiarıudır. Ümmeti muhammdin nişanesidir. Ve sadece tevhid ehline has bir olgudur. Kuranı kerimde ve hadislerde selam hakkında bir çok buyruk vardır.ziyarete gidildiğinde peygamber ve imama selam verildiği zaman, selam verenin peygamber ve imamda olan yüce vasıflara değer verdiğini gösterir. Ve vilayet ile bir nevi bağ kurar.

Selamın karşısında lanet vardır. Ziyaretnamelerde resullere, imamlara kemal ve maneviyat ehline selam gönderildiği gibi onların düşmanlarına nefret, nifrin ve lanette dile getirilir. Selam ve lanetin yan yana olması şunu gösteriyorki selam vilayettir ve lanette beraattir. Ve bu ikisi birbirinin tamamlayıcısıdır. Selam olup lanet olmadımı kişinin vilayet inancında noksanlık vardır demektir.

Peki ziyaretnamelerde lanete muhatap plan kimlerdir? Allah ve resulü kuran ve sünnette kimlere lanet etmişlerdir? Kimler lanet edilmeye müstehaktırlar? Bu soruların bir bölümüne baş tarahta cevap vermeye çalışmıştık. Ziyaretnamelerde zikredilen lanet nifrin etmek ve allahın rahmetinden uzak olsun manasınadır. Ziyaretnamelerde lanete muhatap olanlar kısaca şunlardır;

1- imam hüseyn ve ashabını öldürenler, onlara muhalifet edenler, onların vilayetini inkar edenler.onlara yapılanları görüpte yardıma gitmeyenler. ( mefatihul cinan ,imam hüseynin birinci ziyareti,s.423)

2- resulleri yalanlayanlar,kabeyi viran edebler. Allahın kitabını yakanlar. Peygamber hanedanının kanlarını dökenler. Yeryüzünde fesat çıkaranlar. Allahın kullarını perişan edenler.../bihar,c.98,s.150)

3- ali aleyhis selam hakkındaki ziyaretnameden; allah se4ni öldürene lanet etsin. Allahın laneti seni öldüeme planı içinde olanın üzerine olsun. Allahın laneti sana yalan nisbet edene, senin hakkını gaspedene, bu hakkın gaspedilmesine rıza gösterene , sana muhalifet edene, vilayetini inkar edene , senin aleyhine ordu toplaanlara lanet etsin. Allahım ciptlere ,tağutlara,firavunlara, lat ve uzzaya, her bidat bırakana lanet et.allahım onlara takipçilerine yandaşlarına sevenlerine çok lanet et.(bihar,c.97,s.273)

lanet hakkında bunlar yeter sanırım. Allahın yolunun muhaliflerine resulünün sünnetine aykırı olanlara ve ehlibeyt aleyhimus selamın düşmanlarına lanet etmek, lanet eden insanı lanet olunanın fillerinden uzak tutarak ehlibeyt dostuna yön ve cihet kazandırır.

Resulü ekrem (s.a.a) ; imanın en sağlam tutacağı allah için sevmek ve allah için buğzetmektir.

İmam rıza (a.s); dinin kemali bizim velayetimiz ve düşmalarımızdan beraat etmektir. (bihar,c.27,s.63)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder