23.04.2009

-CEMEL MUSİBETİ

İnsanlık girişimlerinin hangi türüne bakacak olursak, bu girişimlerin birkaç iç ve dış etkenden kaynaklandığını görürüz. Haset, insan ahlakının en dehşetlisi olduğu gibi, kadın kısmının bu çirkin ahlaka daha çok bulaştıkları da ahlak hocaları nezdinde sabittir. Şüphesiz, bir kadın kendi kızının kocası olan damadını ne kadar hararetle severse, oğlunun eşi olan kadına da bir o kadar soğuk davranır ve sevmez! Fatıma-ı Zehra'nın, Aişe'nin üvey evlâdı olduğunu bildiğimiz gibi, gözlerini sulta kurmak hırsı bürüyen bir üvey annenin de ona hangi gözle bakacağını biliyoruz... Burada Sahih-i Buharî, Sahih-i Müslim ve Sünen-i Tirmizî'den birkaç örnek verelim: Sahih-i Buharî ve Sahih-i Müslim'de, Aişe'nin şöyle dediği geçer: "Hiçbir kadını Hatice gibi kıskanmadım." Yine Sahih-i Buharî ve Sahih-i Müslim'de Aişe'den şöyle rivayet edilir: "Resulullah'ın kadınlarından hiç kimseyi Hatice gibi kıskanmadım; ben onu görmedim; fakat Resu-lullah onu çok anardı; bunun üzerine ben de ona, 'Sanki dünyada Hatice'den başka kimse yok!' dedim.” Bu rivayeti, Buharî ve Müslim'de okumak mümkündür. Sihah-i Sitte'den olan Tirmizî, Aişe'nin kız kardeşinin oğlu olan Urve b. Zübeyr'den şöyle nakleder: "Aişe dedi ki: Resulullah sürekli evden çıkınca Hatice'yi hayır dua ile anardı; onun için kıskanarak, 'Hatice yaşlı bir kadındı; Allah Teala onun yerine sana daha hayırlısını vermiştir.' dedim. Bunun üzerine Resulullah öfkelenerek, 'Allah Teala, bana Hatice'nin yerine ondan haya hayırlısını vermemiştir...' buyurdu." Cem'u'l-Fevaid adlı kitapta, Sahih-i Buharî ve Sahih-i Müslim'den ve el-İsabe'de İmam Nesaî'den rivayet edilen hadisleri de burada getirecek olsaydım, durum daha bir açıklık kazanırdı; fakat amacımızın dışına çıkmış olurduk. (Arife bir ayet yeter.) Amacımız, Aişe ile Emirü'l-Müminin Ali'nin arasında geçen olayların nedenlerinden birinin açıklığa kavuşması için kadınlarda olan kıskançlığı göstermektir. Birinci neden budur. İkinci ve daha şiddetli olan etken ise dış etken dediğimiz şeydir. Evet, Aişe'yi bu yersiz davranışlara sürükleyen etken, kafasında sürekli riyaset sevdası esen kız kardeşinin oğlu Abdullah b. Zübeyr idi. İşte bu nedenle Abdullah, sürekli teyzesini kendi icraatlarına alet edip bir hilâfet kurmak çabasındaydı; hatta Aişe, Hav'eb beldesinin köpeklerinin seslerini duyunca pişman olup girişimlerinden vazgeçmek istediğinde, Abdullah, ısrar ve icbarla teyzesini azminden döndürdü; hatta teyzesine, "Sen geri dönecek olursan, ben kendimi öldürürüm." dedi ve yalan yeminlerle o beldenin isminin Hav'eb olmadığını söyledi. Abdullah, babası Zübeyr'e de karşı durup onun önünde cemaat imamı olarak namaza duruyordu. Evet, Talha ve Zübeyr, Aişe, Mervan ve Velid b. Ut-be'nin eşliğinde nifak bayrağını taşıyarak Basra civarında İmam'a karşı durdular. Emirü'l-Müminin Ali (a.s), nasihatlerinin bir yararı olmadığını görünce, hücceti tamamladıktan ve onları son kez uyardıktan sonra azgınları cezalandırmak zorunda kaldı ve sonunda fesada sebep olanlar ektiklerini biçtiler. Talha ve Zübeyr, Hz. Ali'nin (a.s) taraftarlarınca öldürüldü ve Cemel hatunu (Aişe) ise bin bir pişmanlıkla çıkmış olduğu ve "Evlerinizde oturun." ayeti gereğince yırttığı ismet perdesi olan evine gönderildi. Bu elim olayı kısaca açıklayacağız. Fakat burada şu noktayı açıklamam gerekiyor: Bizim Ehlisünnet âlimlerimiz, kendi eserlerinde "Cemel Savaşı"na neden olanlardan öyle saygı ve övgüyle bahsetmişlerdir ki, Cemel Savaşı'na cüret etmeleri onların hayatlarında bir zillet ve delalet teşkil etmediği ve hatta bu kişilerin işledikleri cinayet ve ihanetten sorumlu bile olmadıkları sanılmaktadır. Fakat biz diyoruz ki, sahabe olmak ne insanın bir hatasını mazeretli kılar ve ne bir ihanet ve cinayeti amel defterinden siler. Aksine, sahabeler, nübüvvet nuruna daha yakın oldukları için kendi hataları hususunda diğerlerinden daha fazla sorumlu tutulurlar. Biz bu konuya kitabımızın baş tarafında değinirken bu hususta birçok örnekler de ver-miştik. Şüphesiz, Aişe ve Talha, Osman'ın öldürülmesinde en çok faaliyet gösteren ve halkı Halife'ye karşı kışkırtan ve ayaklandıran kişilerdi. Halk Osman'ı öldürünce Mekke'de bulunan Aişe sevinerek Mediye'ye doğru yola koyuldu. Yolda Ali'nin halife olduğunu duyunca, tekrar Mekke'ye döndü ve Ye'la b. Menba, Abdullah b. Amir ve Sa'd b. As gibi Resulullah zamanında meşhur olmayan birtakım kötü niyetli kişiler etrafına toplandı. Böyle bir topluluk tarafından yapılacak olan herhangi bir hareketin büyük bir hata ve cinayet olacağı açıktır. Elbette, eğer Cemel Savaşı olmasaydı, belki Sıffin ve Nehrivan Savaşı da olmayacaktı. İşte bu nedenledir ki İslâm dininde ilk fitne çıkarmak, İslâm ittihadını bozarak Müslümanların itaat etmeleri gereken imamına karşı çıkıp savaşmak, Müslümanlar arasında fitne çıkararak binlerce Müslüman'ın idam edilmesine ve öldürülmesine sebebiyet vermek, kim olursa olsun, tarihin affedemeyeceği bir suçtur ve bu cinayetlerin failleri İslâm ümmeti tarafından sürekli lânetlenecektirler... Bize, "Bunlara sebebiyet verenler tövbe etmişlerdir!" diyeceklerdir. Biz diyoruz ki, Allah etse de tövbe etmiş olsalar. Tövbe, kıyametle ilgili bir meseledir, o bizi ilgilen-dirmez. Fakat biz bir hareketin hak veya batıl olduğunu veya o harekete girişenlerin tarihte cezalarının ne olduğunu göstermekteyiz. Yine bize, Cemel Savaşı'nı meydana getirenlerin sahabenin ileri gelenlerinden olup cihatlara katıldıklarından dolayı, Kur'ân-ı Kerim'de hayır dua ve rızayla anıldıklarını söyleyeceklerdir. Ama biz diyoruz ki, Nehrevan Savaşı'nı meydana getiren Horkus b. Züheyr ve izleyicileri de aynı mertebe ve derecededirler. Hem sahabenin ileri gelenlerinden, hem de Bedir ve Rıdvan biati ashabından olmalarına rağmen niçin lâneti hakketmişlerdir? Biz, Nehrevan'la Cemel ve Cemel-le de Sıffin Savaşı arasında o kadar fark olmadığına ve her üçüne de sebebiyet verenlerin sorumlu olduklarına, nefret ve lâneti hak ettiklerine inanıyoruz. Şimdi, Cemel Savaşı'nın ikinci sayfası olan Sıffin Savaşı'na geçelim:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder