24.04.2009

-İmam Hüseyin (a.s)

Kerbela

İmam Hüseyin (Seyyid-üş Şüheda), Ali (a.s) ve Peygamber-i Ekrem'in kızı Hz. Fatıma'nın (a.s) ikinci oğludur. Hicretin dördüncü yılında dünyaya geldi. Büyük kardeşi İmam Hasan Mücteba (a.s) şehit olduktan sonra Allah'ın emri ve kardeşinin vasiyeti üzerine imamet makamına ulaştı.[1]

İmam Hüseyin (a.s) on yıl imamet etti. Yaklaşık altı ay dışında bu müddetin tümü Muaviye'nin hilafeti zamanında en zor koşullar, acı durumlar ve en ağır baskılar altında geçti. Çünkü birinci olarak dini yasalar toplumda değerini kaybetmiş, hükümetin istekleri, Allah ve Resulünun isteklerinin yerini almıştı. İkinci olarak da Muaviye ve dostları bütün mümkün yollara baş vurarak Ehl-i Beyt'i ve Şiileri ezip, Ali'nin (a.s) ismini yok etmek istiyorlardı. Ayrıca Muaviye, oğlu Yezid'in hilafet temellerini atıp pekiştiriyordu. Halkın bir kısmı Yezid'in hiç bir şeye bağlı olmadığından onun hilafetine razı değillerdi. Muaviye de muhalefetlerin çoğalmasını önlemek için daha fazla baskılara başvuruyordu.

İmam Hüseyin (a.s) ister istemez bu karanlık günleri geçiriyor ve Muaviye tarafından yapılan her çeşit ruhsal işkence ve baskılara katlanıyordu. Hicretin altmışıncı yılında Muaviye öldü ve oğlu Yezid babasının yerinde oturdu.[2]

Biat meclisi, Arapların içerisinde saltanat, imaret ve sair önemli konularda bir genelekti. Toplum özellikle tanınmış kişiler bu konularda sultana yahut emire biat eli veriyorlardı. Biatin ardından itaatsizlik etmek o kavme ar ve zillet sayılırdı. Aynı zamanda imzaladığı şeyden kaçmak kesin suç olarak bilinirdi. Hz. Peygamberin siresinde de bu, baskı olmadan yapılırsa geçerli kılınmıştır.

Muaviye hayattayken tanınmış kişilerden Yezid'e biat almıştı. Fakat İmam Hüseyin'e (a.s) dokunmayıp, biat teklifinde bulunmamıştı. Özellikle oğlu Yezid'e vasiyet etti ki[3] "Hüseyin b. Ali biat etmezse fazla ısrar etme ve öylece bırak kalsın." Çünkü Muaviye meselenin önünü ve arkasını iyice algılayabilmişti.

Ancak Yezid, gururu ve çekinmemezliği sonucu babası ölünce onun vasiyetini unutup, Medine valisine emir verdi ki, İmam Hüseyin'den benim hilafetime biat etmesini iste, etmezse başını Şam'a gönder.[4]

Medine valisi Yezid'in isteğini İmam Hüseyin'e (a.s) duyurunca İmam ondan bu konuda düşünmesi için vakit aldı ve geceleyin ailesini de alarak Mekke'ye hareket edip İslam'da resmen emniyetli ve güvenceli yer olarak ilan edilen Allah'ın Haremi'ne (Mekke'ye) sığındı.

Bu olay, hicretin altmışıncı yılında Recep ayının sonları ve Şaban ayının evvellerinde vuku buldu. İmam Hüseyin (a.s) yaklaşık dört ay Mekke'ye sığınarak yaşadı. Bu haber yavaş yavaş İslam ülkelerine yayıldı. Bir taraftan Muaviye devrindeki haksızlıklara razı olmayıp Yezid'in hilafetine karşı çıkanlar İmam Hüseyin'in (a.s) yanına gelip yardım edeceklerine dair söz veriyorlardı. Bir taraftan da Irak'tan özellikle Kufe şehrinden aralıksız mektup gönderip İmam Hüseyin'in (a.s) Irak'a gelip Müslümanlara önderlik ederek zulüm ve adaletsizliği yok etmesini ısrarla istiyorlardı. Elbette bu durum Yezid için çok tehlikeli idi.

İmam Hüseyin (a.s) hac mevsimine kadar Mekke'de ikamet etti. Müslümanlar İslam ülkelerinden grup grup hac amellerini yapmak için Mekke'ye akın yaptılar. Bu arada İmam Yezid'in onu öldürtmek amacıyla hacı kılığında bir grup memur gönderdiği haberini aldı. Bunlar amel sırasında ihram altına gizledikleri silahlarla İmam Hüseyin'i şehit edeceklerdi.[5]

İmam Hüseyin (a.s) hac amellerini yarıda keserek bir toplantıda kısa bir konuşma yaptı ve Irak'a hareket edeceğini bildirdi.[6] Ve bu konuşmada şehit olacağını da hatırlattı. Müslümanlardan onun yardımına koşmalarını ve bu hedef yolunda kanlarını vermelerini istedi. Ertesi gün de Ehl-i Beyt'i ve dostlarını alarak Irak'a doğru hareket etti.

İmam Hüseyin (a.s) biat etmemeğe kesin kararlıydı. Bu yolda şehit olacağını da iyi biliyordu. Umumi fesad, fikri inhitat ve toplumun özellikle Iraklıların iradesizliğiyle pekiştirilen Ümeyye oğullarının büyük ve korkunç savaş gücünün onu yok edeceğini biliyordu.

Tanınmış kişilerden bir grup, İmamın yanına gelip bu hareket ve kıyamın tehlikesini hatırlattılar. Fakat o hazret cevaplarında şöyle buyurdu: "Ben biat etmeyeceğim. Zulüm ve fesat hükümetine boyun eğmeyeceğim. Nereye gitsem, nerede olsam da beni öldüreceklerini biliyorum. Mekke'den ayrılmamın nedeni ise, benim kanımın dökülmesiyle Kabe'nin hürmetinin kırılmamasıdır."[7]

İmam Hüseyin (a.s) Kufe yoluna koyuldu. Daha Kufe'ye birkaç günlük yol varken Kufe'de Yezid'in valisi tarafından, kendi elçisinin ve tanınmış gerçek dostlarından birinin şehit olup valinin emri ile ayaklarına ip bağlanıp Kufe sokaklarında gezdirildiğini duydu.[8] Kufe ve yöresinin sıkı gözaltına alındığını ve İmam'la savaşacak mücehhez bir ordunun hazırlandığını duyunca ölümden başka bir yol kalmadığını anladı. İşte burada şehit olmak için kesin karar aldığını açıkça belirtti. Kufe'nin yaklaşık olarak yetmiş kilometre yakınlarında Kerbela ismindeki bir çölde Yezid'in ordusu onları ablukaya aldı. Sekiz gün burada kaldılar. Bu arada günden güne abluka çemberi daralıyor ve sürekli düşmanın sayısı çoğalıyordu. Bilahare İmam (a.s) çok az ashabıyla birlikte otuz bin kişiden oluşan ordunun muhasarasında kaldı. Ve Kufe'ye doğru hareketini devam ettirdi

Bu bir kaç gün içinde İmam Hüseyin (a.s), ordusunun yerlerini ayarlayıp dostlarını tasfiye etmeye karar aldı. Ashabına seslendi. Kısa bir konuşmada şöyle buyurdu: "Bizim ölüm ve şahadetten başka bir yolumuz yoktur. Ben biatımı sizden kaldırdım. Gitmek isteyen, gecenin karanlığından faydalanıp kendisini bu tehlikeli meydandan kurtarsın. Çünkü onlar bir tek beni öldürmek istiyorlar."

Daha sonra ışıkların söndürülmesine emir verdi. Maddi maksatlar için İmam Hüseyin'e (a.s) koşulanlar sahneyi terkedip dağıldılar. Fakat hak aşıklarından çok azı (40 kişiye yakın yaranı) ve Beni Haşim'den olan akrabaları kaldılar.

İmam Hüseyin (a.s) yine kalanları toplayıp konuştu ve şöyle buyurdu: "Sizden her kim isterse gecenin karanlığından faydalansın ve kendisini tehlikeden kurtarsın. Onlar bir tek beni istiyorlar." Fakat bu defa İmamın vefalı dostları bir bir kalkıp, çeşitli beyanlarla cevap verdiler ki, biz hiçbir zaman senin önder olduğun hak yolundan dönmeyeceğiz. Senin temiz eteğinden kopmayacağız. Ve elimiz kılıç tutana, kan damarımızdan akana dek savaşıp, senin hürmetini koruyacağız. [9]

Muharrem ayının dokuzuncu gününün sonlarında son teklif (ya biat ya savaş) düşman tarafından İmama ulaştı. Hazret o geceyi ibadet için vakit alıp yarınki savaşa hazırlandı.[10]

Hicretin 61. yılı Muharrem ayının 10. günü İmam, bir avuç dostlarıyla (toplamı doksan kişiden azdı. Kırk kişi önceden yanında olanlar ve otuzdan biraz fazlası savaş günü ve gecesi düşman ordusundan dönenler, diğerleri de İmamın Haşimi akrabaları. Örneğin oğulları, kardeşleri, kardeşi ve bacısı oğulları ve amcası oğullarıydı) sayısız düşman ordusu karşısında saf çektiler ve savaş başladı.

O gün sabahtan akşama kadar savaştılar. İmam Hüseyin (a.s), Haşimi gençleri ve sair dostları son kişiye kadar şehit oldular. (Şehitlerin içinde İmam Hasan'ın (a.s) iki küçük oğlu, İmam Hüseyin'in bir küçük oğlu ve daha kundakta olan bir yavrusunu da saymalıyız.) [11]

Savaş bittikten sonra düşman ordusu, İmam'ın (a.s) haremini yağma ettiler ve çadırları ateşe vererek şehitlerin başını kesip elbiselerini çıkardılar. Cesetleri defnetmeden Ehl-i Beyt esirlerini teşkil eden sığınaksız kızları ve kadınları, şehitlerin başlarıyla birlikte Kufe'ye doğru hareket ettirdiler. (Esirlerin içinde erkek olarak İmam Hüseyin'in (a.s) yirmi iki yaşındaki oğlu dördüncü İmam Zeynelabidin (a.s) ağır hasta olarak, bir de onun oğlu beşinci İmam Muhammed b. Ali ve İmam Hasan'ın (a.s) oğlu Hasan-ül Müsenna da bulunuyorlardı. Hasan-ül Müsenna savaşta ağır yaralı olarak şehitlerin içinde kalmıştı. Fakat son anlarda diri olarak bulundu. Düşman komutanlarının birinin arabuluculuğuyla başı kesilmedi ve esirlerle birlikte Kufe'ye götürdüler.) Kufe'den de Dimeşk'e, Yezid'in yanına götürüldüler.

Kerbela vakıası, kadınların esir alınıp şehirlerde gezdirilmesi, (esirler içinde bulunan) Hz. Ali'nin (a.s) kızı (Zeynep) ve dördüncü İmamın Kufe ve Şam'daki toplantı yerlerinde konuşmaları Ümeyye oğullarını rezil etti ve Muaviye'nin yıllarca yaptığı tebligatı etkisiz bıraktı. Hatta Yezid, Kerbela'da memurları eliyle yapılan bu işlerden kendisini temizlemeye çalıştı. Kerbela vakıası, etkisi geç olmakla beraber Ümeyye oğullarını saltanattan düşürmekle birlikte Şia'nın kökleşmesinde büyük bir amildi. Gösterdiği en yakın etki çeşitli kıyamlar ve bunun yanı sıra da on iki yıl süren kanlı savaşlardır. Öyle ki, İmam Hüseyin'in (a.s) katillerinden hiçbiri intikam pençesinden kurtulamadı.

Tarihin İmam Hüseyin (a.s) ve Yezid'le ilgili bölümü okuyup o zamanın hakim sistemi üzerinde araştırma yapan kimse bilir ki İmamın bir yolu seçmekten başka bir seçeneği yoktu. O da şehit olmaktı. İslam dininin apaçık bir şekilde ezilmesine neden olan biat, hiçbir koşulda İmam Hüseyin için mümkün değildi.

Çünkü Yezid, İslam dinine ve kanunlarına saygı göstermemekle yetinmeyip, İslam'ı ezmeğe korkusuzca tezahür eden bir kişiydi.

Fakat geçmişleri (babası), dinin kanunlarına din adına muhalefet ediyor ve zahirde dine saygı gösteriyorlardı. Hatta halkın inandığı Peygamber (s.a.a) ve sair dini şahsiyetlere yardım edip, onların yanında bulunmalarıyla iftihar ediyorlardı.

İşte buralardan, bazı tarihçilerin İmam Hasan ve İmam Hüseyin hakkında ortaya sürdükleri görüşlerin yanlış olduğu aydınlığa kavuşmuş oldu. Bazıları diyorlar ki İmam Hasan ve İmam Hüseyin iki değişik tabiata sahiptiler. İmam Hasan sulhsever idi. Kırk bin askeri olmasına rağmen barışı kabul etti. Fakat İmam Hüseyin savaşı tercih etti. Nasıl ki kırk kişi olmasına rağmen Yezid'le savaşa kalktı.

Çünkü görüyoruz ki Yezid'e biat etmeği kabul etmeyen İmam Hüseyin (a.s) on yıl kardeşi gibi Muaviye'nin hükümeti döneminde yaşadı (Kardeşi de on yıl yaşamıştı) Ama hiçbir zaman muhalefet etmedi. Gerçekten de İmam Hasan ve İmam Hüseyin Muaviye ile savaşsalar da öldürüleceklerdi ve bunların ölümü İslam'a hiçbir faydası olmayacaktı. Kendisini doğru yolda gösteren, sahabe, vahiy yazarı ve müminlerin dayısı tanıtan ve her hileye başvuran Muaviye'nin siyaseti karşısında etki etmezdi.

Kaldı ki elindeki imkanları kullanıp onları kendi dostları vasıtasıyla öldürtüp kendisi yas tutabilir ve kanlarını almak isterdi. Nitekim üçüncü halifeye de aynı muameleyi yapmıştı.



--------------------------------------------------------------------------------

[1]- İrşad-i Müfid, s.179. İsbat-ül Hüdat, c.4, s.168-212. Mes'udi'nin "İsbat-ul Vasiyye" kitabı, Tahran baskısı, yıl 1320, s.125.

[2]- İrşad-i Müfid, s.182. Tarih-i Yakubi, c.2, s.226-228. Fusul-ul Mühimme, s.163.

[3]- Menakıb-ı İbn-i Şehraşub, c.4, s.88.

[4]- Menakıb-ı İbn-i Şehraşub, c.4, s.88. İrşad-i Müfid, s.182, El İmametü ves Siyase, c.1, s.203, Yakubi Tarih-i, c.2, s.229, Tezkiret-ul Havas, s.235.

[5]- İrşad-i Müfid, s.201.

[6]- Menakıb-ı İbn-i Şehraşub, c.4, s.89.

[7]- İrşad-i Müfid, s.201. Fusul-ul Mühimme, s.168.

[8]- İrşad-i Müfid, s.204. Fusul-ul Mühimme, s.171. Makatil-ut Talibiyyin, İkinci baskı, s.73.

[9]- İrşad-i Müfid, s.205. Fusul-ul Mühimme, s.171. Makatil-ut Talibiyyin, s.73.

[10]- Menakıb-ı İbn-i Şehraşub, c.4, s.98. İrşad-i Müfid, s.214.

[11]- Bihar-ul Envar, Kompani baskısı, c.10, s.200, 202, 203.

Kerbela Ziyaretinin Fazileti Hakkında 40 Hadis

1- Resul-i Ekrem (s.a.a):

“Kerbelâ, yeryüzünün en temiz ve en saygın bölgesidir ve hiç şüphesiz orası cennet mekanlarındandır.[1]

2- Resul-i Ekrem (s.a.a):

“Oğlum (Hüseyin) Kerbelâ denilen bir yerde defnedilecek. O yer ki İslam’ın kubbesidir. O yer ki Allah Nuh ile birlikte olan mu’minleri orada tufandan kurtardı.”[2]

3- Hz. Ali (a.s) Sıffin’e giderken Kerbelâ’dan geçerken ağlamış ve şöyle buyurmuştur:

“Burası (Allah’a) âşık olan bir grup şehidin kurbangâhı olacaktır ki ne onlardan öncekiler ne de onlardan sonrakiler (derecede) onları geçemezler.”[3]

4- Hz. Ali (a.s) Kerbelâ toprağına hitaben şöyle buyurdu:

“Ne de güzel kokuyorsun ey toprak! (Kıyâmet) günü senden bir kavim ayağa kalkacak ki hesapsız cennete girecekler.”[4]

5- İmâm Zeyn-ül Âbidin (a.s):

“Kıyamet günü olduğunda Kerbelâ toprağı inciden bir yıldız gibi parlayacak ve şöyle seslenecektir: “Ben Allah’ın mukaddes, temiz ve mübarek toprağıyım; öyle bir toprak ki şehitlerin ve cennet gençlerinin efendisini (Hz. Hüseyin’i) bağrında tutmaktadır.”[5]

6- İmâm Cafer-i Sâdık (a.s):

“Ğazıriyye (Kerbelâ), Beyt-ül Mukaddes toprağındandır.”[6]

7- İmâm Cafer-i Sâdık (a.s):

“Yerde veya gökte bulunan bütün peygamberler, Kerbelâ’yı ziyâret etmek için Allah Tebâreke ve Teâlâ’dan izin dilerler ve gurup grup ziyaret için inip çıkarlar.”[7]

8- İmâm Cafer-i Sadık (a.s):

“Yerde veya gökte bulunan bütün melekler, Kerbelâ’yı ziyâret etmek için Allah Tebâreke ve Teâlâ’dan izin dilerler ve gurup grup ziyaret için inip çıkarlar.”[8]

9- İmâm Cafer-i Sadık (a.s):

“Allah-u Teâlâ’nın kutsallaştırdığı ilk toprak Kerbelâ ve ilk su da Fırat suyudur.”[9]

10- İmâm Cafer-i Sadık (a.s):

“Hz. Hüseyin’in türbesinin bulunduğu yer, cennet kapılarından bir kapıdır.”[10]

11- İmâm Cefer-i Sâdık(a.s):

“Allah Kabe’yi bir harem olarak seçmeden önce, emanlı ve mübarek bir yer olarak Kerbelây’ı seçmiştir.”[11]

12- İmâm Cefer-i Sâdık(a.s):

“Kerbelâ’yı ziyaret edin ve bunu kesmeden devam ettirin. Zira orası, Peygamberlerin evlatlarının en üstününü içinde tutmaktadır.”[12]

13- İmâm Cefer-i Sâdık (a.s):

“Kur’ân’da (Hz. Musa) hakkında “Oraya geldiğinde, o kutlu yerdeki vâdinin sağ yanında olan bir ağaçtan ‘Ey Musa, Âlemlerin Rabbi olan Allah benim;” diye seslenildi.’[13] âyetinde geçen “O kutlu yerdeki vâdinin sağ yanı”ndan maksat “Fırat”tır; “Kutlu yer”den maksat ise “Kerbelâ”dır.”[14]

14- İmâm Muhammed Bâkır (a.s):

“Eğer insanlar Hz. Hüseyin’in ziyaretinde olan (sevap ve mükafatı) bir bilselerdi, şevkten ölürlerdi!”[15]

15- İmâm Muhammed Bâkır (a.s):

“Resulullah (s.a.a)’ın, şehitlerin ve Hz. Hüseyin’in (mezarlarının) ziyareti, Resulullah (s.a.a) ile birlikte yapılan kabul olmuş bir hacca bedeldir.”[16]

16- İmâm Muhammed Bâkır (a.s)’ın ashabından Hamrân diyor ki, ben Hz. Hüseyin (a.s)’ın türbesini ziyaret ettim; dönüşümde İmâm Muhammed Bâkır (a.s) benim yanıma geldi… Şöyle buyurdu: “Müjdeler olsun ey Hamrân, kim Resulullah’ın Ehlibeyti’nin şehitlerinin türbelerini sırf Allah rızası ve Resulullah’a yakınlaşmak için ziyaret ederse, anasından doğduğu gün gibi günahlarından temizlenmiş olur.”[17]

17- İmâm Muhammed Bâkır (a.s) ve İmâm Cafer-i Sadık (a.s):

“Kim evinin ve yerleşme yerinin cennet olmasını istiyorsa, Mazlûm (Hüseyin)’in ziyaretini asla bırakmasın.”[18]

18- İmâm Cafer-i Sadık (a.s):

“Hüseyn’in türbesini ziyaret edin ve (ziyaretini bırakarak) ona cefâ etmeyin. Zira o, bütün yaratıkların gençlerinin ve şehitlerin gençlerinin efendisidir.”[19]

19- İmâm Cafer-i Sadık (a.s):

“İmam Hüseyin (a.s)’ın türbesini ziyaret etmek amellerin en faziletlisidir.”[20]

20- İmâm Cafer-i Sadık (a.s):

“Kim kıyamet günü nur sofralarının başında oturmak istiyorsa, Hüseyin b. Ali (a.s)’ın ziyaretçilerinden olsun.”[21]

21- İmâm Cafer-i Sadık (a.s):

“Kim (Kıyamet gününde) Peygamber (s.a.a)’in, Ali (a.s)’ın ve Fatıma (a.s)’ın yanında yer almak istiyorsa, Hüseyin (a.s)’ın ziyaretini bırakmasın.”[22]

22- İmâm Cafer-i Sadık (a.s):

“Sizden biri, ömrü boyunca hac yapar, ama Hüseyin(a.s)’ı ziyaret etmezse, Resulullah’ın haklarından birisini terk etmiş olur. Çünkü Hüseyin’in hakkı Allah tarafından her Müslümanın üzerine farz kılınmış bir farizadır.”[23]

23- İmâm Cafer-i Sadık (a.s):

“Kim ölünceye kadar, (imkanı olmasına rağmen) Hüseyin (a.s)’ın türbesinin (ziyaretine) gelmezse, din ve imanı noksan olur. Cennete girse bile, orada mu’minlerin en aşağı derecesinde yer alır!”[24]

24- İmâm Cafer-i Sadık (a.s):

“Hüseyin b. Al (a.s)’ın ziyaretini bırakma ve arkadaşlarına da bunu emret. Bunu yaparsan, Allah ömrünü uzatır; rızkını çoğaltır; seni mutlu yaşatır ve ölürken şehid olarak ölürsün.”[25]

25- İmâm Cafer-i Sadık (a.s):

“Allah bir kimse için hayrı dilerse, onun kalbine Hüseyin (a.s)’ın sevgisini ve onun ziyaretinin sevgisini yerleştirir. Allah birisinin de kötülüğünü isterse, onun kalbine Hüseyin (a.s)’ın ve onun ziyaretinin nefretini yerleştirir.”[26]

26- İmâm Cafer-i Sadık (a.s):

“Kim bizim dostlarımız ve takipçilerimizden olduğunu iddia ettiği (ve imkanı olduğu) halde Hüseyin (a.s)’ın türbesinin (ziyaretine) gelmez ve öyle ölürse, o bizim (hakiki) şialarımızdan sayılmaz. Cennete girse bile, oranın misafirlerinden sayılır (kendisine ait evi barkı olmaz; her gün bir kimsenin yanında yer içer ve…).[27]“

27- İmâm Cafer-i Sadık (a.s):

“Kim Hüseyin (a.s)’ın ziyaretine onun hakkını tanıdığı halde gelirse, (adı) kurb derecelerinin en yüksek mertebelerine yazılır!”[28]

28- İmâm Musa Kâzım (a.s):

“Ebu Abdillah’il Hüseyin (a.s)’ı onun hakkını, hürmetini ve velayetini tanıdığı ve kabul ettiği halde ziyaret eden kimseye verilecek olan en aşağı mükafat, onun eski ve yeni bütün günahlarının bağışlanmasıdır.”[29]

29- İmâm Ali Rıza (a.s):

“Kim Fırat nehri kenarında (Kerbelâ’da), Hüseyin (a.s)’ın türbesini ziyaret ederse, Allah’ı ziyaret etmiş gibi olur.”[30]

30- İmâm Cafer-i Sadık (a.s):

“Kim Aşura günü Hüseyin (a.s)’ı ziyaret ederse, cennet ona vacip olur.”[31]

31- İmâm Cafer-i Sadık (a.s):

“Kim Âşûrâ gecesini Hüseyin (a.s)’ın türbesinin yanında geçirirse, Kıyamet günü kanına bulanmış bir şekilde Allah’ın huzuruna çıkar; onunla birlikte Kerbelâ meydanında şehit olmuş gibi!”[32]

32- İmam Hasan Askerî (a.s):

“Mu’minin alameti beştir: Elli bir rek’at namaz , (farz ve sünnet namazların toplamı), Erbain ziyareti, sağ ele yüzük takmak, toprağa secde etmek ve namazda besmeleyi sesli olarak söylemek.”[33]

33- Resul-i Ekrem (s.a.a):

“Şunu bilin ki onun (mezarının) kubbesi altında dua kabul olur. Türbesinin toprağında şifa vardır ve imâmlar onun soyundan gelecektir.”[34]

34- İmâm Cafer-i Sadık (a.s):

“Çocuklarınızın ağzını Hüseyin (a.s)’ın türbesinin toprağıyla açın. Zira o eman vesilesidir.”[35]

35- İmâm Cafer-i Sadık (a.s):

“Hüseyin (a.s)’ın türbesinin toprağında her derdin şifâsı vardır. Odur en büyük devâ.”[36]

36- İmâm Cafer-i Sadık (a.s):

“Hüseyin (a.s)’ın türbesi üzerine secde etmek, yedi perdeyi yırtar.”[37]

37- İmâm Cafer-i Sâdık (a.s) (her namaz kıldığında), Hüseyin (a.s)’ın mutlaka türbesinin toprağına secde ederdi. Bunu ise Allah’a huzû ve huşû için yapardı.”[38]

38- İmâm Cafer-i Sadık (a.s):

“Hüseyin (a.s)’ın türbesinin toprağına secde etmenin nuru, yedinci arza kadar nurlandırır. Kimin yanında Hüseyin (a.s)’ın türbesinin toprağından yapılmış bir tesbih olursa, zikreden ve tesbih eden birisi gibi yazılır, hatta eğer tesbih etmese dahi…”[39]

39- İmâm Musa Kâzım (a.s):

“Benim mezarımın toprağından teberrük için bir şey almayın. Zira Hüseyin (a.s)’ın türbesinin toprağının dışında her toprak bize haramdır. Zira Allah onu bizim şialarımız ve dostlarımız için şifâ vesilesi kılmıştır.”[40]

40- İmâm Musa Kâzım (a.s):

“Bizim dostlarımızın dört şeye her zaman ihtiyaçları olur:

1- Üzerinde namaz kılacakları bir seccâde

2- Parmağına takacağı yüzük

3- Dişlerini fırçalayacağı misvak (fırça)

4- İmam Hüseyin’in türbesinin toprağından yapılan bir tesbih.”[41]

——————————————————————————–

[1]- Kâmil-üz Ziyârât, S.264.

[2]- Kâmil-üz Ziyârât, S.269.

[3]- Et-Tehzib, C.6, S.73.

[4]- Şerh-u Nehc-il Belâğa -İbn-i Eb-il Hadid-, C.4, S.169.

[5]- Kâmil-üz Ziyârât, S.268.

[6]- Kâmil-üz Ziyârât, S.269.

[7]- Bihâr-ül Envâr, C.98, S.109.

[8]- Müstedrek-ül Vesâil, C.10, S.244.

[9]- Müstedrek-ül Vesâil, C.10, S.244.

[10]- Kâmil-üz Ziyârât, S.271.

[11]- Kâmil-üz Ziyârât, S.267.

[12]- Kâmil-üz Ziyârât, S.269.

[13]- Kasas, 30.

[14]- Bihâr-ül Envâr, C.57, S.203.

[15]- Sevâb-ül Â’mâl, S.319.

[16]- Müstedrek-ül Vesâil, C.1, S.266.

[17]- Emâl’it Tûsî, C.2, S.28.

[18]- Müstedrek-ül Vesâil, C.10, S.253.

[19]- Müstedrek-ül Vesâil, C.10, S.256.

[20]- Müstedrek-ül Vesâil, C.10, S.311.

[21]- Vesâil-üş Şia, C.10, S.330.

[22]- Vesâil-üş Şia, C.10, S.331.

[23]- Vesâil-üş Şia, C.10, S.333.

[24]- Vesâil-üş Şia, C.10, S.335.

[25]- Vesâil-üş Şia, C.10, S.335.

[26]- Vesâil-üş Şia, C.10, S.388.

[27]- Bihâr-ül Envâr, C.98, S.4.

[28]- Me Lâ Yahzurh-ül Fakih, C.2, S.581.

[29]- Müstedrek-ül Vesâil, C.10, S.236.

[30]- Müstedrek-ül Vesâil, C.10, S.250.

[31]- İkbâl-ül Â’mâl, S.568.

[32]- Vesâil-üş Şia, C.10, S.372.

[33]- Vesâil-üş Şia, C.10, S.373.

[34]- Müstedrek-ül Vesâil, C.10, S.335

[35]- Vesâil-üş Şia, C.10, S.410.

[36]- Kâmil-üz Ziyârât, S.275.

[37]- Misbâh-ül Müteheccid, S.511.

[38]- Vesâil-üş Şia, C.3, S.608.

[39]- Men Lâ Yahzurh-ul Fakih, C.1, S.268.

[40]- Câmiu Ahâdis-iş Şia, C.12, S.533.

[41]- Tehzîb-ül Ahkâm, C.6, S.75.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder