23.04.2009

-İKİ AĞIR EMANET GERÇEĞİ

Soru:

Selamun aleykum, benim aklıma takılan bir sorum var cok arastırdım ama çelişkide kaldım, ehlibeyt mektebine göre Peygamber efendimiz s.a.v bir hadisinde size iki ağır emanet bırakıyorum biri Kuran-i kerim diğer ise Ehlibeytimdir. Ehli sünnete görede Biri Kuran-i kerim Diğeri ise Sünnetimdir.? Sorum şu 1. Hangisi doğru, iki ve her iki tarafta niçin doğru olduğunu iddaa ediyor? Bu sorularıma detaylı cevap verirseniz çok sevinirim.

Cevap:
Aleykum selam!
Muhterem kardeşim, çok araştırdım diyorsunuz, ama yazdıklarınız öyle çok araştırdığınızı göstermiyor, yada nasıl ve nerelerde araştırma yapacağınızı bilmeden öylesine araştırmışsınız. Her halükarda biz her iki nakil hakkında size bilgi vermeye çalışacağız.
Evvela emanetler hadisinin birinci versiyonunun sadece Ehlibeyt kaynaklarında nakledildiği iddiası kesinlikle doğru değil ve bunu iddia eden kimsenin kaynaklardan haberi yoktur maalesef. İkinci versiyonun ise sanki Ehli Sünnet’te muteber bir hadis olduğu iddiası da kesinlikle doğru değildir.
Saygı değer kardeşim, Sekaleyn hadisi olarak meşhur “İKİ EMANET” hadisinin doğru olan nakli, içinde “Kur’an ve Ehlibeyt” geçen hadistir. Bu nakil Ehlibeyt kaynaklarının yanı sıra, Ehl-i Sünnet’in de en muteber hadis, tefsir ve siyer kitaplarında sahih senetlerle mütevatir olarak nakledilmiştir; yani anlayacağın müşterek bir hadistir. Kur’an ve Sünnet kavramlarının geçtiği nakil ise hatta Ehl-i Sünnet’in bile muteber hadis kaynaklarında yer almamıştır.
Biz önce Sekaleyn hadisinin “Kur’an ve Ehlibeyt” kavramlarını içeren naklinin müşterek metni veriyoruz. Ardından kaynaklarını, ardından diğer nakli tahlil etmeye çalışacağız:
"Ey insanlar, sizin aranızda, kendilerine sarıldığınız takdirde asla sapmayacağınız iki değerli ve ağır emanet bırakıyorum; Allah'ın kitabını; o kitapta hidayet ve nur vardır ve itretim olan Ehlibeyt''mi." Bazı nakillerde, "Onlar Kevser havuzu başında bana varıncaya kadar asla birbirlerinden ayrılamazlar. Ve Allah'ı hatırlatıyorum sizlere Ehlibeyt'im hakkında ve Allah'ı hatırlatıyorum sizlere Ehlibeyt'im hakkında ve bakın benden sonra onlara nasıl davranacaksınız" cümleleri de eklenmiştir.
Oldukça meşhur olan ve çeşitli nakilleriyle tevatür derecesine varan bu hadis, muhtelif senetlerle birçok sahabiden nakledilmiştir. İbn-i Hacer bu hadisin 27 senetle nakledildiğini söylemektedir. (Es-Sevaik-ul Muhrika, S.226)
Bu hadisi bazı cüzi farklarla nakleden muteber Sihah ve Sünen kitaplarından sadece bir kaçını vermekle yetineceğiz: Sahih-i Müslim, Bab-u Fezail-i Ali (a.s), C.7, S.122, Sünen-i Tirmizi, C.2, S.308, Müsned-i Ahmed, C.3, S.17, Es-Sünen-ül Kübra, C.2, S.148, Müstedrek-üs Sahihayn, C.3, S.109, Et-Tabakat-ül Kübra, C.2, S.194, El-Cami-üs Sağır, C.1, S.104, Mecm-üz Zevaid, C.1, S.170, Kenz-ül Ummal, C.6, S.309, İhya-ül Meyyit (Suyuti) Hadis: 56, Es-Sevaik-ul Muhrika (İbn-i Hacer), S.141,143,148..., Sünen-üd Darimi, C.2, S.431, (Kitab-u Fezail-il Kur'an), Usd-ül Gâbe, C.3, S.92-147, Yenabi-ül Mevedde, S.36-37-38...

Bu hadis-i şerifin yer aldığı çeşitli kaynakları ve hadisin değişik nakillerindeki cüzî farkları öğrenmek isteyen kardeşlerimiz, Ehlibeyt Mesajı dergisine müracaat edebilirler.
Bu nakillerden anlaşılan şu ki Allah Resulü (s.a.a) bu hadisi, Gadir-i Hum, Cuhfe, Arafat, Taif dönüşü, ölüm döşeğinde yatarken vb. birçok yer ve münasebetlerde beyan etmişlerdir. Bu ise Resul-i Ekrem'in (s.a.a), bu konuya ve bu ağır ve değerli emanetleri Müslümanlara tanıtmaya ve böylece hücceti herkese tamamlayıp kimseye mazeret ve bahane yeri bırakmamağa ne kadar önem verdiğini göstermektedir.
Şimdi gelelim “Kur’an ve Sünnetim” şeklinde nakledilen rivayete:
Aziz kardeşim, Hz. Resul’ün ümmete emanet ettiği iki değerli emanetin Kur’an-ı Kerim ve Hz. Resul’ün Sünnet’i olduğunu belirten nakil, Ehl-i Sünnet’in nezdinde en muteber hadis kaynakları olarak bilinen Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim de dâhil olmak üzere Kütüb-i Sitenin hiç birinde yer almamıştır. Hatta Malik’in Muvatta’sı hariç, Kütüb-i Tis’a’nın (dokuz hadis kaynağının) bile hiçbirinde yer almamıştır. Malik’in Muvatta’sında ise sadece bir yerde (1395. hadisinde), o da mürsel olarak, yani senetsiz olarak rivayet edilmiştir. Malik’in bu hadisi kimden duyduğu, bu hadisin Malik’e kadar olan senet silsilesinde kimlerin yer aldığı, o kimselerin sika ve adil insanlar mı, yoksa yalancı ve zayıf insanlar mı olduğu belli değildir. Dolayısıyla da hadis literatüründe böyle bir hadis nakline hiç itibar edilmez ve kâle alınmaz.
Evet, bu nakil müsned olarak Hakim’in Müstedrek-üs Sahihayn kitabında rivayet edilmiştir. Ancak, bu naklin senet silsilesinde yer alan kişiler, bizzat Ehl-i Sünnet’in kendi büyük âlimlerince zayıf ve nakillerine itibar edilmeyecek kişiler olduğu kaydedilmiş ve bu hadisin uydurma olduğu itiraf edilmiştir. Ben bu rivayetle ilgili olarak Ehl-i Sünnet’in iki büyük âlimiyle baş başa bırakıyorum.
Bakınız Ehl-i Sünnet’in önde gelen bilginlerinden olan Ahmet Sa’d Hamdun, Kur’an ve Sünnetin şeklinde nakledilen rivayeti tahriç ettikten sonra şunlara yer veriyor:
“Bu hadisin senedi zayıftır. Bu senette Salih bin Musa Talhi yer almıştır. Zehebi onun hakkında; “Zayıftır.” demiştir. Yahya ise; “O bir şey değildir, itibar edilmez ve hadisi yazılmaz.” demiştir. Buhari se; “Hadisleri münkerdir.” söylemiştir. Nesai ise; “Metruktür.” demiştir.” (Usul-ü İtikad-ı Ehl-is Sünnet, Ebu’l Kasım el-Lalkai es-Selefi, s. 8)
Ehl-i Sünnet’in önde gelen muhaddislerinden olan Hasan bin Ali es-Sakkaf eş-Şafii ise, bu hadisle ilgili olarak şöyle demiştir:
“Bana; Hz. Resul’ün “Sizin aranızda iki emanet bırakıyorum; onlara sarıldığınız takdirde sapmazsınız: Allah’ın kitabını ve...” hadisi sorulmuştur, “Acaba sahih olanı “ve yakınlarım olan Ehl-i Beyit’imi” lafzıyla geleni midir? Yoksa “ve sünnetimi” lafzıyla geleni midir?” diye. “Sizden ricamız, bunu, hadis ve senedi açısından açıklamanızdır.” denmiştir.
Cevap: Sahih olarak sabit olan, “ve Ehl-i Beyit’imi” lafzıyla gelen hadistir. “ve sünnetimi” lafzıyla gelen hadis ise, hem senet, hem de metin açısından batıldır. Burada inşaallah senet hususunu açıklayacağız. Zira soruda bu hususun aydınlığa kavuşması istenmiştir.
Diyoruz ki: Bu hadisi Müslim, Sahih’inde (Abdulbaki basımı, 4/1873, 2408 numaralı hadis) [4425. hadis] efendimiz Zeyd bin Erkam’dan nakletmiştir.
O şöyle demiştir: “Bir gün Hz. Resulullah Mekke ile Medine arasında Hum denen suyun kenarında ayağa kalkarak bize bir konuşma yaptı. Allah’a hamd-ü sana etti, nasihatte bulundu, Allah’ı bize hatırlattı, sonra da şöyle buyurdu: “Bilin ki, ey insanlar, ben de bir beşerim. Rabbimin elçisi gelip de icabet etmem beklenir. Ve ben sizin aranızda iki ağır emanet bırakıyorum. Onların ilki Allah’ın kitabıdır; onda hidayet ve nur vardır. Öyleyse Allah’ın kitabını tutun ve ona sarılın.” İnsanları Allah’ın kitabına sarılmaya teşvik ettikten sonra da şöyle buyurdu: “Ve Ehlibeyt’imi. Size Allah’ı hatırlatırım Ehlibeyt’im hakkında, size Allah’ı hatırlatırım Ehlibeyt’im hakkında, size Allah’ı hatırlatırım Ehlibeyt’im hakkında.”
Müslim’in lafzı böyledir. Bu hadisi Daremi de Sünen’inde bu lafızla (2/431-432, 3182 numaralı hadisi) güneş gibi açık olan sahih bir senetle nakletmiştir. Bu ikisi dışında diğerleri de rivayet etmişlerdir.
“ve sünnetimi” lafzıyla nakledilen hadise gelince; onun uydurulmuş bir hadis olduğunda şüphe yoktur. Zira senedi çok zayıftır. Bu hadisin uydurulmasında Emevilerin etkisi olmuştur.
İşte bu hadisin senedi ve metni şöyledir: “Hakim, Müstedrek’inde (1/93) kendi senediyle İbn-i Ebi Uveys’den, o da babasından, o da Sevr bin Zeyd ed-Deylemi’den, o da İkrime’den, o da İbn-i Abbas’tan rivayet etmiştir. Bu hadiste şöyle geçmiştir: “Ey insanlar, ben sizin aranızda öyle bir şey bırakıyorum ki, ona sarıldığınız takdirde asla sapmazsınız: Allah’ın kitabını ve peygamberinin sünnetini.”
Ben diyorum ki: Bu hadisin senedinde İbn-i Ebi Uveys ile babası yer almıştır. Hafız Muzzi Tehzib-ül Kemal’de (3/127) İbn-i Ebi Uveys’in biyografisinde -onu cerh edenlerin sözünü aktarıyorum- şöyle der:
“Muaviye bin Salih, Yahya bin Muin’in onların hakkında şöyle dediklerini nakletmiştir: “Ebu Uveys ve oğlu zayıftır.” Yine Yahya bin Muin şöyle demiştir: “İbn-i Ebi Uveys ve babası hadisi çalıyorlardı. Yine o şöyle demiştir: “İbn-i Ebi Uveys, karıştırıcı ve yalancıdır. Bir şey değildir (kendisine itina edilmez).”
Ebu Hatem ise onun hakkında şöyle demiştir: “Doğru konuşma ihtimali vardır. Ancak basiretsiz biri idi.”
Nesai onun hakkında; “Zayıftır.” demiştir. Yine Nesai onun hakkında başka bir yerde; “Sika (güvenilir) değildir.” demiştir. Ebu’l Kasım el-Lalkai ise şöyle demiştir: “Nesai onun terk edilmesine yol açacak kadar aleyhinde konuşmaya ileri gitmiştir.”
Ebu Ahmed bin Adi ise onun hakkında şöyle demiştir: “Bu İbn-i Ebi Uveys, dayısı Malik’ten hiçbir kimsenin tabi olmadığı garip hadisler rivayet etmiştir.”
Ben diyorum ki: Ayrıca Hafız İbn-i Hacer, Feth-ül Bari kitabının mukaddimesinde (391) şöyle demiştir: “Nesai ve diğerlerinin İbn-i Ebi Uveys’e yaptıkları kadhten (eleştiriden) dolayı Sahih’te olanı hariç, onun hiçbir hadisiyle ihticac edilemez.”
Yine Hafız Seyyid Ahmed bin Sıddık, “Feth-ül Melik-il Ali” kitabının 15. sayfasında şöyle demiştir: “Seleme bin Şabib demiştir ki: Ben İsmail bin Ebi Uveys’in; “Bazen Medine halkı bir konuda ihtilafa düşünce, ben bu ihtilafı yatıştırmak için onlara hadis uydururdum.” dediğini duydum.”
O halde bu insan hadis uydurma ithamı olan bir kişidir. Yahya bin Muin onu yalancılıkla itham etmiştir. Üstelik onun naklettiği, “ve sünnetimi” lafzının yer aldığı hadis, Sahiheyn’de (Sahih-i Buhari ve Müslim’de) de yer almamıştır.
Babasına gelince; Ebu Hatem er-Razi, oğlunun “el-Cerh ve’t-Tadil” kitabında (5/92) olduğu üzere, onun hakkında şöyle demiştir: “Hadisi yazılır, ancak onunla ihticac edilmez. Güçlü biri değildir.” Aynı kaynakta İbn-i Ebu Hatem, İbn-i Muin’in onun hakkında; “Güvenilir değildir.” dediğini nakletmiştir.
Ben diyorum ki: Hakkındaki sözleri naklettiğimiz bu iki insanın senedinde bulunduğu bir hadisin sahih sayılması, iğnenin deliğinden deve geçmesi kadar zordur. Özellikle bu nakil Sahih’te (Sahih-i Müslim’de) gelen nakle de aykırıdır. Bunu iyice düşün, Allah seni hidayet etsin.
Hakim de bu hadisin zayıf olduğunu itiraf etmiştir. Dolayısıyla da el-Müstedrek’te (Hakim’in bu hadisi naklettiği hadis kitabı) onu sahih saymamıştır. Sadece bu hadisin olabileceğine şahit getirmeğe çalışmıştır. Ancak getirdiği şahit de zayıf ve senet açısından sakıttır. Dolayısıyla da bu hadisin zayıflığına zayıflık eklemiştir. Bizim tahkikimize göre ise İbn-i Ebi Uveys veya babası, aşağıda nakledeceğimiz bu zayıf kimsenin hadisini çalmış ve kendi adına nakletmiştir. Nitekim İbn-i Muin, bu ikisinin hadis çaldığını açıkça belirtmiştir. Bilahare Hakim, bu şahidini kitabında (1/93); “Ben bu hadise Ebu Hüreyre’nin hadisinden de bir şahit buldum.” diye kaydetmiş, sonra da onu kendi senediyle Zabiy Sena Salih bin Musa et-Talhi yoluyla, Abdulaziz bin Rafi’den, o da Ebu Salih’ten, o da merfu olarak Ebu Hüreyre’den Hz. Resulullah’ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Ben sizin aranızda iki şey bırakıyorum ki, onlardan sonra (onlara sarıldığınız takdirde) asla sapmazsınız: Allah’ın kitabını ve sünnetimi. Onlar Havuz (Havz-ı Kevser) başında bana dönünceye kadar asla birbirinden ayrılmazlar.”
Ben diyorum ki: Bu hadis de uydurmadır ve ben bu hadisin senedinde yer alan sadece bir kişi hakkında konuşmakla yetiniyorum. O ise Salih bin Musa et-Talhi’dir. İşte hadis imamlarının büyüklerinden bu kişiye itiraz eden bazılarının Tehzib-ül Kemal (13/96) kitabında yer alan sözleri şöyledir: “Yahya bin Muin onun hakkında; “O bir şey değildir.” demiştir. Ebu Hatem er-Razi ise şöyle demiştir: “O gerçekten de zayıf ve münker hadisleri rivayet eder. O bir çok sika insandan münker hadis rivayet etmiştir.”
Nesai onun hakkında; “Hadisi yazılmaz.” demiştir. Başka bir yerde de; “Hadisi terk edilir.” demiştir.
Hafız İbn-i Hacer’in Tehzib-üt Tehzib adlı kitabında (4/355) ise şunlar yer almıştır: “Bu adam, sika insanlardan sika insanların hadislerine benzemeyen hadisler rivayet ederdi. Dinleyen, o hadisin uydurulmuş ya da değiştirilmiş olduğunu anlardı. Dolayısıyla onun hadisiyle delil getirmek caiz değildir.” Ebu Naim onun hakkında; “Hadisi terk edilir, münker hadisler nakletmektedir.” demiştir.
Ben diyorum ki: Hafız da onun hakkında “et-Takrib” adlı kitabında (2891 numaralı biyografi); “Metruktür.” şeklinde hükmetmiştir. Zehebi de “el-Kaşif” adlı kitabında (2412 numaralı biyografı) “Çok zayıftır.” demiştir.
Yine Zehebi “el-Mizan” adlı kitabında (2/302) onun biyografisinden bahsederken, bu hadisi onun münker hadislerine bir örnek olarak nakletmiştir.
Bu hadisi Malik “Muvatta” adlı kitabında (899, 3 numaralı hadis) senetsiz olarak nakletmiştir. Senedinin zayıflığını beyan etmemizden sonra onun da bir değeri olmadığı bellidir.
Hafız Abdulbir “et-Temhid” adlı kitabında (24/331) bu uydurulmuş zayıf hadis için üçüncü bir senet zikretmiş ve şöyle demiştir: “Bize Abdurrahman bin Yahya rivayet etmiştir; o da demiştir ki, bize Ahmet bin Said rivayet etmiştir; o da demiştir ki, bize Muhammed bin İbrahim ed-Deylemi rivayet etmiştir; o da demiştir ki, bize Ali bin Zeyd el-Feraizi rivayet etmiştir; o da demiştir ki, bize el-Huneyni, Kesir bin Abdullah bin Amr bin Afv’den, o da babasından, o da ceddinden rivayet etmiştir ki: Resulullah şöyle buyurdu....”
Ben diyorum ki: Bu senetteki zaaflardan sadece birini zikretmekle yetiniyoruz. O da bu hadisin senedinde yer alan Kesir bin Abdullah’tır. İmam Şafii onun hakkında; “O, yalanın erkânlarından biridir.” demiştir. Ebu Davud da onun hakkında; “Yalancılardan biri idi.” söylemiştir. İbn-i Hibban da onun için; “Bu adam, babası aracılığıyla ceddinden uydurulmuş bir kitap nakletmiştir ki, hayret ve şaşkınlığı ortaya koymanın dışında, onu hadis kitapları arasında zikretmek veya ondan hadis nakletmek caiz değildir.” 1
Nesai ve Darekutni ise onun hakkında; “Hadisleri terk edilmiştir.” demişlerdir.
İmam Ahmed de onun hakkında hadisi terk edilir, bir şey değildir.” demiştir. Yahya bin Muin de onun için; “Bir şey değildir.” söylemiştir.
Ben diyorum ki: Hafız bin Hacer “et-Takrib” adlı kitabında ondan söz ederken, onun hakkında sadece; “Zayıftır.” demekle yetinip, ardından; “Onu yalancılıkla itham eden kimse biraz aşırıya gitmiştir.” diye devam etmekle hata etmiştir.
Ben diyorum ki: Hayır, asla aşırıya gitmemiştir. Aksine hadis imamlarından gördüğün üzere onun durumu bu idi. Özellikle de Zehebi “el-Kaşif” adlı kitabında; “Çok zayıftır.” tabirini kullanmıştır. Gerçekten o böyledir, hadisi de uydurmadır. Dolayısıyla ne onun hadisine uymak, ne de şahit olarak zikretmek caiz değildir. Aksine, onun yüzüne vurulmalıdır. Tevfik Allah’tandır...
Böylece açıkça belli olmuştur ki, sahih olan hadis, Sahih-i Müslim’de geçen “Allah’ın kitabı ve itretim, (Ehlibeyt’im) tabirinin yer aldığı hadistir. “Allah’ın kitabı ve sünnetim” tabiri geçen hadis ise batıldır ve senet açısından da sahih değildir. O halde camilerdeki imam, vaiz ve hatiplerin, Hz. Resulullah’tan gelmeyen bu lafzı terk etmeleri ve insanlara, Resulullah’ın Sahih-i Müslim’de sahih senetle sabit olan “Allah’ın kitabını ve Ehl-i Beyit’imi -ya da- yakınlarımı” lafzını açıklamaları gerekir.” (Bu Ehl-i Sünnet âliminin sözleri burada sona ermiştir.)
İnşallah ki bu açıklamalar, bu iki naklin hangisinin sahih ve doğru olduğu konusunda yeterli olmuştur.
Son olarak şu noktayı da hatırlatmamızda fayda vardır ki biz bu iki nakli tahlil edip de açıklanan delillere binaen “Kur’an ve Ehlibeyt’im” şeklinde nakledilen rivayeti tercih ederken hâşâ Resulullah’ın Sünnetini reddediyor değiliz. Elbette Resulullah’ın sünneti bizim için İslam’ın ikinci kaynağıdır. Ve bunu hadislerden önce Kur’an ayetleriyle ispatlıyoruz hamdolsun. Ama bizim itirazımız, Kur’an ve sünnetin naklini diğer hadise alternatif olarak alıp onu hasıraltı etmek ve Ehlibeyt olgusunu unutmak, unutturmaya çalışmak ve ümmetin gündeminin dışına itme çabalarıdır. Biz demek istiyoruz ki illa da bir tercih yapılacaksa, “Kur’an ve Ehlibeyt’im” şeklindeki nakil her açıdan tercih edilmelidir. Oysa Ehlisünnet arsındaki durum tam bunun tersini gösteriyor. Yoksa biz bu iki adisin birbiriyle çelişkili olmadığını, hatta birbirlerini tamamlar nitelikte olduğu kanaatindeyiz. Çünkü bu iki hadis yan yana geldiğinde şu sonuç ortaya çıkmaktadır: Kur’an ve Sünnet İslam hükümlerinin baş kaynağıdır. Ehlibeyt ise bu iki kaynağa (Kur’an’ın sahih tefsirine ve Resulullah’ın sahih sünnetine) varmanın en doğru, en güvenilir ve en şaibesiz yolu ve kanalıdır.
Yeri gelmişken “Kur’an ve Ehlibeyt’im” şeklinde nakledilen hadisten her akıllı ve vicdanlı insanın anlayacağı ve çıkarabileceği bazı önemli sonuçlara değinmemizde fayda vardır:
Önce hadisi bir kez daha hatırlayalım:
"Ey insanlar, sizin aranızda, kendilerine sarıldığınız takdirde asla sapmayacağınız iki değerli ve ağır emanet bırakıyorum; Allah'ın kitabını; o kitapta hidayet ve nur vardır ve itretim olan Ehlibeyt''mi." Bazı nakillerde, "Onlar Kevser havuzu başında bana varıncaya kadar asla birbirlerinden ayrılamazlar. Ve Allah'ı hatırlatıyorum sizlere Ehlibeyt'im hakkında ve Allah'ı hatırlatıyorum sizlere Ehlibeyt'im hakkında ve bakın benden sonra onlara nasıl davranacaksınız" cümleleri de eklenmiştir.
Bu hadisin muhtevası dikkate alındığında ondan şu sonuçları elde etmek mümkündür:
a- Kur'an'a sarılmanın anlamı, ona uymak, onun emir ve nehiylerine amel etmek olduğu gibi, Ehlibeyt'e sarılmak da onlara uymak, onların gittiği yolu takip etmek, benimsedikleri fikirleri benimsemek olmalıdır.
b- Kur'an ve Ehlibeyt'i takip etmek, dalaletlerden kurtulmamızın güvencesi, onlardan ayrı kalmamız ise, dalalet kapılarının yüzümüze açmamız demektir.
c- Kur'an ve Ehlibeyt, kıyamete kadar birbirlerinden ayrılmayacaklarına göre, "Kur'an bize yeterlidir" deyip Ehlibeyt'ten ayrı kalan veya Ehlibeyt'i sevip takip ettiklerini iddia edip Kur'an'a ilgisiz kalan her iki gurup da yanlıştadır. Zira bunları birbirinden ayıranlar, Resulullah'ın emanetlerine gereği gibi sahip çıkmamalarının yanı sıra, ne Kur'an'dan doğru bir şekilde istifade edebilirler, ne de Ehlibeyt'in takibinde gerçekçi olabilirler; zira bunları yan yana koyup bize emanet etmesi, "Bunlar birbirinin tamamlayıcısıdır" demektir. Evet, Kur'an Ehlibeyt'in referans ve te'yidi, Ehlibeyt ise Kur'an'ın hafızları ve gerçek açıklayıcıları konumundadır.
d- Kur'an-ı Kerim'e hiçbir şey tercih edilemeyeceği gibi, Ehlibeyt'e de hiçbir kimse, hiçbir şeyde tercih edilemez. Eğer öyle olsaydı, onları Resulullah, Kur'an'ın yanına koyup emanet olarak bırakmazdı. Yoksa onları başkalarına tercih etmenin bir anlamı kalmazdı. Allah Resulü bu gerçeği başka bir hadisinde şu cümlelerle ifade buyurmuştur: "Hiçbir kimse biz Ehlibeyt'le kıyaslanamaz." (Feraid-üs Simtayn, C.1, S.45, Zehâir-ül Ukbâ, S.17, Yenabi-ül Mevedde, C.2, S.114)
e- Kur'an'a hiçbir yönden bâtıl yaklaşamayacağı ve onda her hangi bir yanlışın ve mantıksızlığın söz konusu olamayacağı gibi, Ehlibeyt'in de bâtıl ve yanlış bir yoldan gideceği, bâtıl ve yanlış bir söz söyleyecekleri düşünülemez. Aksi taktirde insanların doğru yoldan sapmamaları için teminat olarak gösterilemezlerdi.
Kur'an ve Ehlibeyt, hiçbir konuda bir birleriyle çelişmezler, ters düşmezler. Yoksa bir birlerinden ayrılmış olurlar. Oysa Resulullah "Onlar birbirinden asla ayrılmazlar" buyurmaktadır. Bunun sonucu da masum olmaktan başka bir şey değildir.
f- Kur'an ve Ehlibeyt, birbirlerinden ayrılmayacağına göre, kıyamete kadar Kur'an'la birlikte Ehlibeyt'ten de birilerinin bulunması ve yaşaması gerekir. Aksi taktirde "Birbirlerinden ayrılmazlar" cümlesi anlamsız kalır ve ümmetin dalaletten korunmasına verilen teminat ortadan kalkmış olur.
Evet, Kur'an'la birlikte her zamanda Ehlibeyt'ten de bir ferdin bulunması gerektiğini te'yid eden bir başka hadis de şu hadistir: "Kim zamanının imamını tanımadan ölürse cahiliye ölümü ile ölmüştür." Evet, her zamanda hak bir imamın bulunması bir zarurettir. Aksi takdirde, çeşitli zamanlarda yaşayanların, zamanlarının imamını tanımakla görevlendirilmeleri yersiz olurdu. Olmayan bir imamı tanımayı farz kılmanın makul bir yanı olabilir mi? Bu imam, batıl imamlardan da olamayacağına göre, mutlaka her zamanın hak bir imama sahip olması gerekir. Eğer bunun Ehlibeyt'ten başka biri olduğunu farz edersek, o halde Müslümanların din ve dünyalarında onu kendilerine imam ve önder kabul edip Kur'an'ın yanında ona sarıldıkları gerçeği ortaya çıkar; bu ise Sekaleyn hadisine büsbütün ters düşer. O halde her zamanda cahiliye ölümünden kurtulmak için tanınması ve takip edilmesi gereken imamın Ehlibeyt'ten olması ve Kur'an'la birlikte ona temessük edilmesi gerekir.
g- Bu hadisi şeriften anlaşıldığı üzere Ehlibeyt "Kevser Havuzu" başında Resulullah'a kavuşacaklardır. Havuz başında Allah Resulüne kavuşanların da geçek kurtuluşa varacakları kesindir. O halde Ehlibeyt kendilerine uyanları da kesinlikle Kevser başına ulaştıracaklardır. Hâlbuki Resulullah'tan nakledilen ve Sahih-i Buharî ve Sahih-i Müslim başta olmak üzere birçok hadis kaynağında yer alan birçok hadise göre, ashaptan bir kısmının havuz başında Resulullah'a ulaşmaları önlenip oradan uzaklaştırılacaklardır:
Allah Resulünden (s.a.a) bu konuda şöyle rivayet edilmiştir: "Kıyamette (havuzun başında) durduğum an, bir gurupla karşılaşacağım ve onları tanıyacağım; o anda onlarla benim aramdan bir kişi kalkıp onlara "Gelin" diyecek. Ben "Nereye gelsinler?" diyeceğim. "Allah'a and olsun ki cehenneme doğru" diyecektir. Ben, "Bunlar ne yapmışlar" diye soracağım. "Bunlar senden sonra dinden çıkıp cahiliyete döndüler" diyecektir. Bunların içerisinden sürüden ayrılıp kendi başına yayılan develer gibi, az bir gurup dışında kurtulan olmayacaktır."
Yine şöyle buyurduğu nakledilmiştir: " Ben sizlerden önce havuza varacağım; bana gelen herkes o havuzun suyundan içer ve artık susamaz. Bazı guruplar da bana gelirler ki ben onları tanırım, onlar da beni tanırlar. O arada benimle onların arasına ayrılık düşer. Ben "Bunlar benim ASHABIMDIR" diye seslenirim. "Sen bilmiyorsun bunlar senden sonra ne yaptılar?" denilir. Bunun üzerine ben de: "Benden sonra dinimi değiştirenler uzak olsun; uzak olsun derim."
(Sahih-i Buhari, C.3, S.94'ten S.99'a kadar, Sahih-i Müslim, C.7, S.175, Hadis: 28 Sahih-i Tirmizi Hadis: 2538)
Rabbim, hepimize doğruları olduğu gibi gösterip onlara ittiba etme cesaret ve samimiyetini inayet etsin. Amin.
Soruya cevap Musa Aydın tarafından verilmiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder